Aslında şu aralar canım hiç yazmak istemiyor. Çünkü sanırım artık hem bıkıyor hem de yoruluyorum. 15 Temmuz sonrasında ne Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) ve askerliği adam gibi tartışabiliyoruz, ne de ‘ideolojik bagajlarımızdan’ kurtulup bu hassas konuyu magazinsel ve siyasi zeminden akademik ve teknik bir zemine çekemiyoruz. Ama biz birbirimize siyasi sloganlarla bağırdıkça veya birbirimizi şucu, bucu diye suçladıkça olan TSK’nın kurumsal yapısına oluyor.
En son olay Manisa’daki 1’nci Piyade Eğitim Tugayı’nda 16-17 Haziran günü yemek nedeniyle yaşanan, bu yazı yazıldığı anda resmi açıklama henüz yapılmadığı için rivayetlerden yola çıkarak 500 ila 3 bin arası Mehmetçik’imizin zehirlenmesi olayı. Sayın Vali’nin açıklamasına göre halen tedavisi süren yüzlerce Mehmetçik’ten canları bize yani Devlete ve Millete emanet olan bazılarının da durumu kritikmiş.
Şimdi tablo şu: Biz daha önce 23 Mayıs Manisa, 27 Mayıs Manisa, 11 Haziran Diyarbakır, 16 Haziran Manisa’daki askeri birliklerde zehirlenme olduğu haberlerini medyada okuduk. Yine basına yansıdığı kadarı ile 23 Mayıs'tan bu yana askeri birliklerde görülen gıda zehirlenmesi vakalarında, 1191 Mehmetçik hastaneye sevk edildi ve canı bize emanet Er Hüsnü Özel hayatını bu nedenle kaybetti.
Yine medyadan öğreniyoruz ki Manisa’daki askeri birliğin yemek ihalesini alan sivil firmanın sözleşmesi 17 Haziran akşamı iptal edilmiş. Manisa’daki kitlesel zehirlenme olayının duyulmasının üstünden yaklaşık 16 saat geçti ama ne Manisa’daki birliğin bağlı olduğu Kara Kuvvetleri K.lığının ‘yeni patronu’ Milli Savunma Bakanlığı’ndan ne de ‘eski patron’ Genelkurmay Başkanlığı’ndan resmi bir açıklama yok.
Hem medya haberlerine hem de sosyal medya paylaşımlarına bakıyorum. Genelde bu zehirlenme olayı TSK içindeki GÜÇ İLİŞKİLERİNİN DEĞİŞİMİNDEN kaynaklanan bir yapısal kriz yerine yerel (lokal) bir tatsız olay olarak kodlanıyor. Dolayısıyla fatura hem sivil firmaya ve belki de biraz ilgili Tugay Komutanı’na kesilecek ve olay gündemin yoğunluğunda unutulacak gibi.
Ama ben bu genel kanının aksine Manisa asker zehirlenmesini yerelde, bir defaya mahsus ‘tatsız bir olay’ olarak görmüyorum. Bana göre bu olay TSK içindeki güç ilişkilerindeki değişimi iyi yönetemediğimizi gösteren bir SONUÇ. Aslında bu ‘sonuç’ yapısal bir sorunun varlığına işaret ediyor ve bu konuya yoğunlaşmazsak TSK içinde bu tarz olaylar ne yazık ki devam eder.
Manisa asker zehirlenmesi YAPISAL bir sorunun göstergesi
Yapısal sorun şu: 15 Temmuz sonrası Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları Genelkurmay Başkanlığı’ndan Milli Savunma Bakanlığı (MSB)’na bağlandı. Bu şu demek: 15 Temmuz sonrasındaki askeri reformlar TSK içinde Genelkurmay Başkanlığı’nın kurumsal gücü/etkisini giderek zayıflamasına neden oluyor. Ancak görünen o ki MSB’nin TSK içindeki kurumsal gücü/etkisi bu azalışa paralel artmıyor veya artamıyor. İşte Gnkur. Bşk.lığının gücünün/etkisinin azalmasından MSB’nin bu azalışı dengeleyecek şekilde gücünün/etkisinin çeşitli nedenlerle artamamasından doğan güç/denetim boşluklarının bir sonucudur Manisa asker zehirlenmesi.
Genelkurmay Başkanlığı’nın güçlü, şaşalı olduğu o eski günlerde bir ildeki bir askeri birlikte toplu gıda zehirlenmesi yaşansa ve bu olay medyaya düşse o birliğin komutanının ismi tayin ve terfilerde kalın bir kalemle çizilirdi. Çünkü o eski günlerde ‘komutan birliğinin yaptığı ve yapamadığı, birliğinin başına gelen her şeyden’ sorumluydu. Ama şimdi işler değişiyor. 2007’den bu yana özellikle batıdaki yerleşik askeri birlik ve kurumların yemek iaşesi özelleştiriliyor. 15 Temmuz’dan önce özelleştirme olsa da sivil firmaların gözü o birliklerin komutanlarında olurdu çünkü yapılan sözleşmelerde firmaların yemeklerinde, yemek dağıtımlarında bir hata/kusur tespit edildiğinde bu tutanak altına alınır ve firmalar kendilerine kesilen para cezalarını ödemek zorunda kalırdı. Ben şahsen o dönemlerde bir hata/kusur nedeniyle komutan odası önünde terleyen yemek firması sahiplerini bilirim. Ama sanırım 15 Temmuz’dan sonra sivil firmalar yerelde pek de komutanları TAKMAMAYA ve kendilerine kesilen para cezalarını kaale almamaya başladılar. Bunun nedeni de artık askeri birliklere yemek sağlayan sivil firmaların sözleşme iptallerinde yereldeki askeri birliğin firmalar üzerindeki denetim/yaptırım gücünün zayıflaması. Peki askeri birliklerin yereldeki ihalelerinde hizmet kalitesi ve finansal açıdan denetim ve yaptırım konusundaki nihai denetim kurumu neresi? Tabi ki Milli Savunma Bakanlığı.
Yani 15 Temmuz sonrasında yereldeki birlik komutanının TSK içindeki terfisi/tayini ve şahsi kariyeri açısından Genelkurmay Başkanlığı’nın kurduğu eski ‘komutan denetimi’ mekanizması aşınıyor, ama MSB bu aşınan eski mekanizma yerine doğrudan yerelde askeri birliklerin ihalelerini denetleyecek ve gerekirse firmalara yaptırım uygulayacak ‘kurumsal denetim/yaptırım’ mekanizmaları kuramıyor. Veya bu tarz mekanizmalar olsa bile belki de firma ‘bir yerlere’ güvenip bunları takmıyor. Çünkü bir şekilde onları aşabiliyor. Ve de sonuçta Manisa zehirlenmesi oluyor.
Twitter’da küçük bir anket yaptım. Anketime katılan 2009 kişiden %49’u Manisa asker zehirlenmesindeki mutahabın MSB, %30’u ise Gnkur. Bşk.lığı olduğunu düşünüyor. Bu aslında kamuoyunun da artık TSK’daki birliklerde yaşanan krizlerde MSB’yi ‘YENİ PATRON’ olarak gördüğünü gösteriyor. Yani artık bu tarz krizlerde gözler Gnkur.Bşk.lığına değil MSB’ye dönüyor ki bu bana göre de çok sağlıklı bir gelişme. Ancak görünen o ki MSB, TSK içinde Gnkur.Bşk.lığının gücü/etkisi zayıfladıkça kendisinin gücünün/etkisinin artması gerektiğinin ya farkında değil ya da farkında ama yapamıyor, yani KAPASİTE eksikliği var.
İleride de yaşanması muhtemel bu tarz krizlerin yönetimi için doğrudan yerelde de inisiyatif alarak çalışabilecek ve içinde sivil ve askeri savcılar, iletişim uzmanları, bilirkişiler olan ‘Denetleme/Kriz Yönetim Ekipleri’ sistemi kurması ve bu tarz olaylarda doğrudan bu ekipleri yerelde sorun yaşanan birliğe göndermeleri. Yine MSB’ye naçizane tavsiyem 2012 Afyon Cephanelik Patlaması krizinin yönetiminde Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı hataları ‘Alınan Dersler’ kapsamında çok iyi analiz etmesi.
Mehmetçik ile toplumun arasındaki ‘hususi bağ’ devam ettikçe aslında özgür iradeleri dışında hayatlarından bir bölümünü Vatan/Millet için çaldığımız genç erkek nüfusumuzun zorunlu askerlik için nizamiyelerden içeriye 12 aylık bir süre için girişleri Zorunlu Askerlik Sistemi devam ettikçe sürecek. MSB’nin bu tür krizleri yeni dönemde ‘YENİ PATRON’ olarak topa girerek nasıl yöneteceği konusunda tecrübe kazanması ve kapasite inşa etmesi gerekiyor.
15 Temmuz’un üzerinden neredeyse bir sene geçti ama ne yazık ki ben askeri ve sivil karar alıcılarla, askeri ve sivil karar destekçiler arasında arzu ettiğim seviyede bir sivil-asker uyumu, hatta sivil-asker entegrasyonu görebildiğimi söyleyemem. Bunun temel nedeni ise:
a. Sivilin askere duyduğu güvensizlik ve hatta öfke: Çeşitli vesilelerle görüştüğüm sivil karar alıcı/karar destekçiler ilginç şekilde şunu söylüyor: ‘Askerler sanki 15 Temmuz yaşanmamış gibi eski alışkanlıklarını devam ettirme ve eski imtiyazlarını koruma eğiliminde. Biz ne yaparsak yapalım onlar eskiye dönme çabasında. Bizi dinliyorlar ama kaale almıyorlar, sonuçta eski bildiklerini okuyorlar.’
b. Askerin sivile duyduğu güvensizlik ve hatta öfke: Sivillerin yukarıdaki tezine karşın askerler de ‘Siviller 15 Temmuz’dan bilip bilmeden, anlayıp anlamadan her alana el atmaya çalışıyorlar. Tecrübelerimize ve askeri uzmanlığımıza hürmet etmiyor. Dinliyorlar ama fikirlerimize saygı duymuyorlar. Siyasi olanı önceliklendiriyorlar.’
Sonuç olarak: Ben askerin temel mesleği olan ‘harp sanatı/bilimine’ odaklanması gerektiğini, bu nedenle mutfak işletmek gibi tali işlerle ilgilenmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Bunun için de barış zamanlarında ve batıdaki yerleşik askeri birlik ve kurumların iaşesinin ‘özelleştirilmesini’ olumlu buluyorum.
Ancak soru şu: Yeni dönemde nizamiyelerin içinde olanlardan kim sorumlu? Hala ‘eski patron’ Genelkurmay Başkanlığı mı yoksa ‘yeni patron’ Milli Savunma Bakanlığı mı? Bu soruya da cevabım Milli Savunma Bakanlığı çünkü ben yeni dönemde Gnkur.Bşk.lığının pek çok sorumluluk ve fonksiyonunun MSB içinde erimesi, Gnkur. Bşk.lığının da TSK’nın kurumsal kimliğini temsil eden, konsept geliştiren, doktrin üreten, kuvvetleri uyumlulaştıran, askeri eğitim, harekat, askeri istihbarat, personel, lojistik temel fonksiyonlarında gözlemleyen ve denetim yapan bir ‘koordinatör/sembolik’ kurum olması gerektiğini düşünenlerdenim.
Şimdi sorum bu krizde devletin en üst kademesi ile ilgili: Acaba Manisa asker zehirlenmesi konusunda en çok üzerine Gnkur.Bşk.lığı mı yoksa MSB mi alındı? Şayet MSB alındı ise doğru yoldayız. O zaman müteakip soru: Acaba MSB böyle krizlerin bir daha yaşanmaması, yaşanırsa da etkin kriz yönetimi için ne tür kurumsal mekanizmalar kuruyor ve nasıl bir kurumsal kapasite inşa ediyor? Umarım bu sorular MSB’nin ilgi koridorlarında sorulmaya ve ‘NASIL’a dair kafa yorulmaya başlanmıştır. Ha bu arada sivili de bilen bir asker eskisi olarak naçizane tecrübem: ‘Dünyanın her yerinde, özellikle de Türkiye’de, bir sivilin askerlere laf anlatması, bir askerin sivillere laf anlatmasından çok daha zordur.’ Neden mi? İşte bu sorunun cevabı MSB’deki sivillerin en önemli sorunsalı…