İki jeopolitik gerçeklik ve iki operasyonel gerçeklik ışığında İdlib’de sahadaki durum değişti. Peki ne yapmalı?
Türkiye önce Suriye’deki operasyonların genelinden sorumlu Barış Kalkanı Harekât Bölgesi Komutanı Tümgeneral Hakan Öztekin ile taburları sık sık rotasyonlar halinde Suriye’deki operasyonlar için Suriye’ye gönderilen 49’uncu Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Mustafa Enis Koç ile 8’inci Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Orhan Akkurt’un istifa ettikleri haberini duydu. Sonra Suriye nedeni ile TSK’dan istifa eden general sayısının beşe yükseldiği haberi çıktı.
Peki neler oluyor?
Önce bir düzeltme. Bu generallerin hiç biri istifa etmedi. Daha görev süreleri varken ve önleri açıkken emekliliklerini istediler. Ancak MSB şu an tüm çabalarına rağmen onları bu kararlarından vazgeçiremiyor. Ama TSK teamüllerine göre bir general tüm ikna çabalarına rağmen emeklilik kararından dönmüyorsa bu da aslında bir tepkinin sonucu.
Suriye'deki operasyonlardan sorumlu beş general beraber istifa ediyorsa bu dört şey demek:
- Hükûmetin Suriye politikası (veya politikasızlığı) artık operasyonel gerçeklikle uyuşmuyor olmalı ki generaller artık sahada bu politikasızlığı örtmekte çok zorlanıyor,
- Demek ki artık hükûmetin Suriye politikası ve verdiği siyasi direktifler artık Mehmetçik'in can güvenliğini riske sokuyor,
- Demek ki komutanlar ve birlikleri yoğun tempo ve rotasyonlar nedeni ile çok yorgun (sanıldığının aksine askerler de yorulur)
- Demek ki Suriye'de risk artıyor.
Evet gerçekten de özellikle İdlib’de hararet giderek artıyor. Son birkaç haftada yaşanan gelişmeler ne yazık ki şu an İdlib’de 30’un üzerinde farklı üs bölgesine dağılmış halde görev yapan binlerce Mehmetçik’imizin mevcut durumda pozisyonlarını korumada zorlandıklarını gösteriyor.
Peki ne değişti de İdlib bu kadar ısındı?
Değişen bir jeopolitik gerçeklik ve 2 operasyonel gerçeklik var.
- Jeopolitik gerçeklik şu: Türkiye-ABD-Rusya üçgeninde değişen güç dengeleri ve Ankara’nın öngörülemezliği, kestirilemezliği. Afganistan ve Kabil Havalimanı’nı işletme konularında ABD ile iş tutmak için o kadar ısrarcı olduk ki bu Moskova’da kaşların kalkmasına neden oldu. Son üç ayda Moksova’da kalkan kaşlar Ankara’nın Kırım Yarımadası konusundaki açıklamaları, Ukrayna ile hassas askeri teknolojiler konularında giderek artan işbirliği gibi faktörlerle daha da gerildi. Şimdi Moskova artık ‘yumuşak karnımız’ haline elen İdlib üzerinden üç şehit verdiğimiz 11 Eylül İdlib saldırısında görebileceğimiz gibi Ankara’ya ince ince mesajlar gönderiyor. Ayrıca Moskova Eylül ayı sonunda olacağı konuşulan Soçi’deki Putin-Erdoğan zirvesi için de Ankara’nın masaya Rusya’ya daha muhtaç oturabilmesi için İdlib’de Wagner grupları ile hassas askeri mühendislikler yapıyor. Umarım bu mühendislikler nedeniyle Mehmetçik’in burnu daha da kanamaz.
Operasyonel gerçekliklere gelince ki bunların her ikisi de Esad güçleri lehine:
- İlk operasyonel gerçeklik Rusya tarafından modernize edilen Suriye MIG 29 savaş uçaklarının 5-6 aydan beri İdlib hava sahasında kullanılmaya başlaması ve bu uçakların yoğun bombardımanlara girişmesi. Bu sayede Esad güçleri ilk kez İdlib hava sahası hakimiyetinde söz sahibi oldular. Şimdi bu uçaklar ne mi yapıyor dersiniz? Askerlerimizin bulunduğu gözlem üslerimizi sık sık taciz edip yakınlarını bombalıyorlar. Askerlerimiz Angajman Kuralları çerçevesinde kendilerini korumaya çalışsalar da bu tacizler ciddileşirse ellerinde omuzdan atılan MANPADs hava savunma füzeleri ile 5 km.’ye kadar kendilerini koruyabilirler ancak daha ötesi için sahadaki askerlerimizin yapabileceği bir şey yok. Şu an askerlerimizin İdlib hava sahasında daha ötesi için hava gibi, su gibi ihtiyaç duydukları sistemler orta irtifa hava savunma füzeleri. Elimizde var mı? Var. Peki neredeler? Ankara’da kuzu kuzu yatan S400’ler. Allah’ın işi mi yoksa stratejik bir tedarik ve planlama hatası mı bilinmez ama şu an askerlerimizin İdlib hava sahasında en çok ihtiyacı olan ve sürekli talep ettiği orta irtifa hava savunma şemsiyesi için Rus ve Esad güçleri savaş uçaklarına karşı Rusya’dan aldığımız S400’leri kullanmak durumundayız. Bence ikincisi. E şimdi siz general olsaydınız askerlerinizin hayatını riske atan bu stratejik tedarik ve planlama çuvallamasına kızmaz mıydınız? Peki Suriye jetlerinin üs bölgelerimize tacizleri sürecek mi? Sürecek çünkü tam da İdlib’te Rusya ve Suriye’nin ‘terörist’ olarak tanımladığı gruplar yoğun hava bombardımanlarından korunabilmek için ya sivillerin yaşadığı meskun mahallere ya da üs bölgelerimize çok yakın olacak yerlere kaçıyor. Bu gruplar hava taaruzlarından korunabilmek için üs bölgelerimize yakın durmaya çalıştıkça da hava taaruzları üs bölgelerimize yakınlaşıyor. Normalde TSK talimnamelerine göre bir hedefin 1200-1500 m. yakınında dost unsur varsa hava taaruzu yapılmaz ama şu an açık kaynaklara düşen verilerden anlıyoruz ki Rus ve Esad uçakları üs bölgelerimize 500-600 m. yakındaki hedefleri bile bombalıyor. Riskli işler!
- Diğer bir operasyonel gerçeklik ise artık Rusya’nın ve Esad güçlerinin Suriye güneydoğusundaki Deir Ez Zor bölgesinden ve orta Suriye’deki çöllük alandan çektikleri birlikleri İdlib bölgesindeki Serakip cephesine takviyeye göndermeye başlamaları. Esad güçleri son iki aydır Serakib bölgesine mekanize birlikleri, topçu ve roket bataryaları ile çok miktarda milis gönderdi. Bu askeri yığınaklanma aslında Serakib’ten İdlib’e doğru doğu-batı hattında yeni bir büyük çaplı taaruzun habercisi. Esad güçleri bu operasyon öncesinde de üs bölgelerimiz üzerindeki baskıyı arttırıyor.
Yukarıdaki jeopolitik gerçeklik ve iki operasyonel gerçeklik ışığında Idlib’de sahadaki durumun değiştiği ortada.
Peki ne yapmalı?
Sahada değişen durum ışığında uygulanacak ACI REÇETE aşağıda.
- Ateş gücü zayıf, tanklarla korunmayan, arazi-hava şartları ve taktik durum nedeniyle savunması zor üs bölgelerimiz ivedilikle boşaltılmalı,
- Her ne pahasına olursa olsun bir S400 bataryası Reyhanlı’ya gönderilerek İdlib hava sahasında orta irtifa hava savunma şemsiyesi mutlaka sağlanmaya çalışılmalı,
- Her bir üs bölgemize yönelik bir saldırı ihtimaline karşı bütün üs bölgelerimizin Tahliye/Takviye planları güncellenmeli,
- İdlib konusu Ankara’da çok iyi masaya yatırılmalı ve iyi risk analizleri yapılmalı (Mesela hangi alanlarda ve nasıl askeri gerginliği istendiğinde arttıracak istendiğinde düşürecek mekanizmalar kurabiliriz?)
- İvedilikle Moskova ile ve de artık Şam ile temas kurulmalı.
Bu yazıyı şu anda İdlib bölgesinde canlarını BİZE emanet ederek Türkiye’nin çıkarları ve küresel itibarı için ter döken binlerce Mehmetçik’imize ve tarihe olan sorumluluğum nedeniyle kaleme almak istedim. Peki Ankara bu acı reçeteyi uygular mı?
Bu soruya şu soru ile cevap vereyim: Hangi Ankara?
Tüm karar alıcı zevat 4 gündür New York’ta. Ankara boş!
Metin Gürcan kimdir? Metin Gürcan, 1976 yılında Bilecik Bozüyük’te doğdu, 1998-2014 yılları arası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) değişik birimlerinde çalıştı. Akademik çalışmalarına devam edebilmek amacıyla zorunlu hizmetini bitirmesini müteakip 2015 yılı Ocak ayında kendi isteği ile TSK’dan emekli oldu. Meslek hayatının yaklaşık sekiz yıllık bölümü Güneydoğu Anadolu bölgesi, Irak, Afganistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da çeşitli operasyonel faaliyetler, irtibat ve eğitim görevlerinde geçti. TSK’da Özel Kuvvetler bünyesinde yetişen Gürcan, 2008-2010 yılları arasında ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü’nde ‘Bölgesel Kürt Yönetimi ile Bağdat merkezi yönetimi arasındaki çevre-merkez ilişkisi’ adlı teziyle Güvenlik Çalışmaları alanında master derecesi aldı. Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde TSK’nın kurumsal dönüşüm kapasite ve isteği konusunda yazdığı doktora tezini Nisan 2016’da savunarak doktorasını tamamladı. Bu çalışmasını 2018 yılında ‘Opening the Blackbox: Turkish Military Before and After July 15’ adıyla kitap olarak yayımladı. İngilizce (çok iyi) ve Rusça (orta) bilen Gürcan, 2009 yılında Solomon Asch Conflict Center/ Bryn Mawr College’de ve 2014 ile 2015 yıllarında Oxford Üniversitesi Savaşın Değişen Karakteri (Changing Character of War-CCW) programında misafir araştırmacı olarak çalıştı. Oxford Üniversitesi’nden Prof. Robert Johnson ile beraber editörlüğünü üstlendiği The Gallipoli Campaign: The Turkish Perspective (Çanakkale Savaşı: Türk Perspektifi) adlı İngilizce kitabı Nisan 2016’da basıldı. Yine ‘What went wrong in Afghanistan?: Understanding Counterinsurgency in Tribalized, Rural, Muslim Environments’ (Afganistan’da Ne yanlış Gitti? Aşiret Yapılı Kırsal Müslüman Bölgelerde Ayaklanmaya Karşı Koymayı Anlamak) adlı İngilizce kitabı da Mayıs 2016’da yayımlandı. Mart 2020'de kurucuları arasına katıldığı DEVA Partisi'nde görev aldı. |