Görünen Ankara ne pahasına olursa olsun Suriye kuzeyine yeni bir operasyon yapmayı kafasına koymuş. Gözüne de kritik önemdeki Tel Rıfat’ı kestirmiş. Şu Moskova’yı da bir ikna edebilse…
Tel Rıfat’ın Ankara için önemli olmasının 3 nedeni var.
Peki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mevcut askeri yığınaklanması ve operasyonel gücü sayesinde Rusya hava sahasını da açarsa Tel Rıfat’ı almasına alır da bu bölgenin alınması Türkiye’nin Suriye politikasının siyasi hedefine hizmet eder mi?
Bu soruya şu soru ile cevap vermek lazım: Ankara’nın Suriye politikası mı var?
Bana göre yok. Eskiden Suriye politikasızlığımızı bir şekilde götürebiliyorduk ama artık hem Esad yönetiminin artan uluslararası meşruiyeti ve sahadaki kazanımları, Rusya ve ABD ile ilişkiler, Türkiye’nin İran’la bölgesel işbirliğinden bölgesel çatışma dinamiğine dönüş gibi jeopolitik nedenler hem de sahadaki operasyonel nedenlerden dolayı Ankara’nın Suriye politikasızlığını sürdürmesi artık mümkün gözükmüyor.
O zaman çözüm ne?
Ekonomik kriz giderek derinleşiyor; diplomasi ihmal ediliyor ve iç kırılganlığımız giderek artıyor.
Bu tespit ışığında şu jeopolitik ve iç siyasi görünümde Suriye kuzeyine yeni bir operasyonun Türkiye'ye fayda sağlamayacağını, hatta tam tersine Türkiye'nin karşı karşıya olduğu bölgesel jeopolitik riskleri ve iç kırılganlığımızı daha da arttıracağını düşünüyorum.
Yukarıdaki haritayı bir inceleyin. Bu güne kadar sırası ile Suriye kuzeyine Fırat Kalkanı (Ağustos 2016- Mart 2017), Zeytin Dalı (Ocak-Mart 2018), Barış Pınarı (Ekim-Kasım 2019) ve eş zamanlı olarak İdlib’e yönelik operasyonları yaptık. Bu 4 operasyon sonucunda nihai resim yukarıdaki haritada gözüküyor. Bütün operasyonlarımız 3-4 ay sonra donup kaldı. Neden? Çünkü Suriye kuzeyinde hava sahasına hâkim olamadığımız için yerde ilerleyen birliklerimize ihtiyaç duyduklarında yakın hava desteği sağlayamadık, karadan lojistik akış zorlaştı, yaralı tahliyeleri güçleşti, kimi zaman karşı saldırılar oldu, şehit verdik, günün sonunda operasyonel tempomuz düştü ve durduk.
Hatta artık İdlib cephesinde kademeli geri çekilmeye başladık. Mart 2020 Soçi mutabakatından sonra iki kademe halinde İdlib doğu ve güneyindeki yaklaşık 15 üs bölgemizi boşalttık.
Bu dört operasyon gösterdi ki Suriye kuzeyine askeri operasyonla yükleniyoruz ama bir türlü iktidarın dile getirdiği hedeflere ulaşamıyoruz. Operasyonlar donup kalıyor, askeri, siyasi ve ekonomik maliyetleri yükseliyor, askeri çabalar diplomatik temaslar ve çözüme yönelik müzakerelerin önünü tıkıyor.
Daha önceki dört operasyonun akıbeti bu ise o zaman beşinci operasyon için bu kadar ısrar niye?
Ankara Suriye kuzeybatısına bir operasyon için Moskova’ya bastırıyor ancak henüz bu konuda Moskova’yı ikna edebilmiş değil. Rus kaynaklar Sn. Erdoğan’ın 29Eylül’de Soçi’ye elinde bir operasyon planı ile gittiğini, ancak Putin’den veto yediğini yazıp çiziyor. Ama eminim Moskova bu operasyona yeşil ışık yakıp yakmamasının sadece Suriye’yi değil Türkiye’de iç siyaseti de etkileyeceğinin farkında. Ankara’dan gelen sinyaller olası operasyonun Tel Rıfat bölgesini hedef alacağı yönünde.
Bu bölge aynı zamanda Rusya’nın mutlak hava hakimiyetinde. Havada Rus uçakları, Esad rejimi uçakları bölge üzerinde her gün vızır vızır uçup yer hedeflerini bombalıyor. Karada ise Rusya’nın askeri inzibat birlikleri ve paralı askerleri dışında pek bir askeri varlığı yok. Bölgeye Rusya riskli olduğu için ve elinde çok asker olmadığı için bölgeye asker göndermiyor.
Peki Moskova Ankara’nın Tel Rıfat’a yönelik hamlesine izin verir mi?
Soçi’deki Putin-Erdoğan görüşmesinde ne konuşuldu, ne tür bir alışveriş oldu bilemiyoruz ama mevcut durumda Putin Ankara’nın Tel Rıfat gibi kritik bir bölgeye yeni bir operasyon yapmasına izin vermez.
Peki Ankara Suriye kuzeyine şiddetle bir harekât yapmaya ihtiyaç duyuyorsa bu ihtiyacı gören Moskova acaba Ankara’ya operasyon için Tel Rıfat yerine başka bir yer önerebilir mi? Mesela Moskova yüksek doğal gaz fiyatlaması gibi ekonomik teşvikler, yeni enerji işbirliği anlaşmaları veya yeni bir S400 alımı, hatta SU-35 alımı karşılığında Fırat batısında tali önemdeki mesela Menbiç bölgesini önerebilir mi?
Yani Ankara’nın illa Suriye Kuzeyine operasyon yapacağım talebi üzerine Moskova belirli tavizler koparma karşılığında Ankara’ya Tel Rıfat dışında yerler önerebilir mi?
Bence şu an Moskova hem Türkiye içindeki iç siyasi dengeleri, hem de artık Türkiye’nin içine girdiği seçim sürecini, Suriye içindeki gelişmeleri ve bölgesel jeopolitik durumu analiz ederek tam da bu soruyu cevaplamaya çalışıyor.
Görünen Erdoğan yaklaşan seçimler öncesinde ekonomik krizin yıpratıcı etkilerinden kurtulabilmek için elinde kalan son koz olan Suriye operasyonunu devreye almaya çalışıyor. Bunun farkında olan Moskova da bu seçimlerin öncesinde belirli tavizler karşılığında Erdoğan’a Suriye kuzeyinde sınırlı da olsa bir ‘askeri zafer’ hediye etmek isteyebilir.
Ben bu nedenle önümüzdeki günlerde Moskova’nın Suriye kuzeyinde Ankara’ya Tel Rıfat’a, veya Menbiç’e veya Fırat doğusunda Ayn Isa’ya doğru kısıtlı bir operasyon için yeşil ışık yakabileceğini düşünüyorum.
Kısaca Moskova Ankara’nın Suriye kuzeyine bir askeri operasyon yapıp yapmama kararını elinde tutarak bir açıdan iç siyasetimizi dizayn etme, hatta yaklaşan seçimleri bile etkileme imkânı da elde etmiş olmuyor mu?
Bu açıdan Suriye’ye yönelik askeri operasyon, giderek Ankara’yı Moskova’ya bağımlılığını arttırmış ve demokrasimizi tehdit eder hale gelmiyor mu?
Suriye politikasızlığımızı çözeceksek öncelikle ABD kontrolündeki Fırat Doğusunu ve Rusya kontrolündeki Fırat Batısını birbirinden ayırmak, her birisine farklı reçete yazmak gerekiyor.
Bu yazıda Fırat Batısına odaklanacağım için Fırat doğusu başka bir yazının konusu olsun.
Fırat Batısında çözüm için dile getirilen 2 senaryo var:
Analiz:
Doğruya doğru: Yukarıdaki plan 2011 sonrası Suriye işine teşne olduğumuz ‘Toroslardan misket yuvarlasak Şam’a gider’ veya ‘2 Zırhlı tugayla Suriye’nin kuzeyini dümdüz ederiz’ gibi askeri planlardan veya ‘Emevi Camisinde namaz kılmak’ veya ‘Sınır komşunda rejim değişikliğine soyunmak’ gibi siyasi hedeflerden daha gerçekçi.
Ama ulaşılması mümkün mü? Bence kesinlikle hayır! Çünkü;
Daha başka teknik ve taktik nedenler de var da onlara şimdilik girmek istemiyorum.
Suriye kuzeyine aşırı askeri ve PYD/YPG merkezli bakış açısı Ankara’yı stratejik miyop yapıyor. İlla ki Suriye kuzeyinde PYD/YPG’nin Türkiye’ye yönelebilecek konvansiyonel askeri yeteneklerinin kısıtlanması gerekli ancak ABD’nin, Rusya’nın, İran’ın cirit attığı, pek çok devletin istihbarat örgütlerinin aktif faaliyet gösterdiği, düzensiz sığınmacı tehdidi, sınır aşan suç örgütleri, kayıtdışılık, İran yanlısı milis ve pan-Şia tehdidi, radikal Selefi/Cihatçı yapılar, sınır güvenliği gibi başka güvenlik meselelerinin de olduğu Suriye kuzeyine salt YPG öncelikli ve askeri bakış ne kadar da sığ. Suriye’de her aktör gerektiğinde pozisyon değiştirme konusunda çok esnekken bir tek Ankara’nın PYD/YPG hassasiyeti sabit. Tüm aktörler de bu hassasiyeti sabit (yani hiçbir zaman değişmez) kabul ederek oyunlarını kuruyor. Bu da Türkiye’yi hamleleri, atacağı adımlar çok kestirilebilir bir aktör yapıyor.
Çok romantik bulduğum ve 2011 öncesindeki güzel günlere dönüşe öykünen bu senaryo sahadaki gelişmelere, özellikle Esad yönetiminin geri dönüp kontrolü sağladığı Hama-Humus, Dera gibi yerlere baktığımızda pek de inandırıcı gelmiyor. Aynen ABD’nin Afganistan’dan yaptığı gibi apar topar, hazırlıksız ve ricat tarzında bir hızlı geri çekilişin yarattığı güç boşluğu, insani maliyetler, ülkemize yönelik olası sığınmacı akını, sınır güvenliğindeki yaşanabilecek olası zafiyetler ve en nihayetinde bu hızlı çekilişin Türkiye içinde yaratabileceği sonuç ve maliyetler gerçekten ağır olabilir. Hele ki bu çekiliş Esad yönetimi ile yeni dönemi tanımlamadan, Suriye kuzeyindeki gelişmeleri kestirmeden, Suriye’deki ABD Rusya rekabetinin nereye evrilebileceğini görmeden, İran yanlısı milislerin gelecekteki statüsü, siyasi geçiş ve anayasa yapım süreci ve de PYD ile YPG’nin Suriye içinde nihai statüsü belli olmadan bir ani çekilmenin maliyetleri yüksek olabilir.
O zaman ne yapılabilir?
Benim önerim ne daha operasyonlarla Suriye kuzeyinde daha da derine inerek zaten yönetmekte zorlandığımız karmaşıklığı daha da karmaşıklaştırmak ne de tası tarağı toplayıp hızlı ve plansız geri çekilmek.
Ben Suriye kuzeyinden zamana yayılmış, kademelendirilmiş ve diplomatik süreçlerle şekillendirilip şarta bağlanmış bir geri çekilmeden yanayım.
Açayım.
Ankara Suriye kuzeyinden Hangi şartlar gerçekleştiğinde geri çekileceğini bir irade beyanı olarak deklare etmeli. Çekilme kademelendirilmeli ve sürece yayılacak bu kademelerin her biri şarta bağlanmalı.
Yani Ankara bir çekilme takvimi belirleyerek ‘nihai siyasi hedefinin’ Suriye toprak bütünlüğüne ve üniter yapısına saygı gereği geri çekilmek olduğuna dair muhataplarını rahatlatmalı ama sahada vereceği tavizlerin karşılığını diplomasi masasında azami alacak bir diplomatik seferberliğe soyunmalı.
Günün sonunda artık PYD/YPG meselesinin de Suriyeli muhaliflerin Şam’la arasındaki çevre-merkez ilişkileri ve otonomi tartışmalarının da artık öncelikle Suriye’nin iç meselesi olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor. Suriye kuzeyinde kurmaya çalıştığımız ve onca zamana, paraya ve emeğe rağmen pek de tutmamış gözüken Suriye muhaliflerinin siyasi ve askeri otonomisi maceralarına da son vermek gerekli. Ancak bu yapılırken de Suriyeli muhalifler hiçbir zaman Esad yönetimine karşı siyasi ve güvenlik olarak yalnız bırakılmamalı.
Suriye konusunda hala en temel çerçeve metin BM Güvenlik Konseyi’nin Aralık 2015 tarihli 2254 sayılı kararı. [1]
Ankara’nın Suriye konusundaki kademelendirilmiş çekilmesi ve her bir kademede hedeflenen diplomatik ortam öncesinde çok iyi belirlenmeli ve bu diplomatik hedeflerin tahakkuku için Ankara BM Güvenlik Konseyi’nden yeni durumu tanımlayan bir karar talep etmeli. Bu yeni kararda PYD/YPG’nin nihai statüsü, Suriyeli muhaliflerin statüsü, yerinden yurdundan edilmiş ve hem Suriye içinde hem de ülke dışında sığınmacı konumuna düşmüş Suriyelilerin geri dönüş süreçleri net olarak belirlenmeli. Sonra Ankara çıkarttığı bu kapı gibi belgenin arkasında diplomatik ve sahada askeri cephede sonuna kadar durmalı.
Günün sonunda Suriye politikasızlığımız bir dişçi korkusuna döndü. ‘Gittiği yere kadar’ tarzındaki belirsizlikler ve politikasızlık giderek Mehmetçik’in can güvenliğini riske atıyor, Türkiye’ye yönelik olası sığınmacı akını ihtimalini tetikliyor, Türkiye’nin uluslararası itibarını zedeliyor ve iç kırılganlığımızı arttırıyor.
Şu an Suriye’de görev yapan askerlerimize, istihbarat personelimize ‘Hele siz orada bi durun. Gittiği yere kadar!’ diye ucu açık bir siyasi hedef verdiğinizde onların bu ‘Gittiği yere kadar orada durma’ hedefini sahada nasıl ulaşılabilir hedeflere çevireceği tam bir muamma.
Umarım Ankara’da birileri Suriye’de Fırat batısındaki politikasızlığımıza son vermek için şimdiden zamana yayılmış ve kademelendirilmiş bir geri çekilme takvimine, bu takvimdeki her bir kademede ulaşılması arzulanan diplomatik hedeflere, bunları muhataplara dayatabilecek diplomatik araçlara ve en sonunda tüm süreci bir BM Güvenlik Konseyi kararına veya çok taraflı bir anlaşmaya nasıl bağlanabileceği konularına kafa yormaya başlar.
Metin Gürcan, 1976 yılında Bilecik Bozüyük’te doğdu, 1998-2014 yılları arası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) değişik birimlerinde çalıştı. Akademik çalışmalarına devam edebilmek amacıyla zorunlu hizmetini bitirmesini müteakip 2015 yılı Ocak ayında kendi isteği ile TSK’dan emekli oldu. Meslek hayatının yaklaşık sekiz yıllık bölümü Güneydoğu Anadolu bölgesi, Irak, Afganistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da çeşitli operasyonel faaliyetler, irtibat ve eğitim görevlerinde geçti.
TSK’da Özel Kuvvetler bünyesinde yetişen Gürcan, 2008-2010 yılları arasında ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü’nde ‘Bölgesel Kürt Yönetimi ile Bağdat merkezi yönetimi arasındaki çevre-merkez ilişkisi’ adlı teziyle Güvenlik Çalışmaları alanında master derecesi aldı.
Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde TSK’nın kurumsal dönüşüm kapasite ve isteği konusunda yazdığı doktora tezini Nisan 2016’da savunarak doktorasını tamamladı. Bu çalışmasını 2018 yılında ‘Opening the Blackbox: Turkish Military Before and After July 15’ adıyla kitap olarak yayımladı.
İngilizce (çok iyi) ve Rusça (orta) bilen Gürcan, 2009 yılında Solomon Asch Conflict Center/ Bryn Mawr College’de ve 2014 ile 2015 yıllarında Oxford Üniversitesi Savaşın Değişen Karakteri (Changing Character of War-CCW) programında misafir araştırmacı olarak çalıştı. Oxford Üniversitesi’nden Prof. Robert Johnson ile beraber editörlüğünü üstlendiği The Gallipoli Campaign: The Turkish Perspective (Çanakkale Savaşı: Türk Perspektifi) adlı İngilizce kitabı Nisan 2016’da basıldı. Yine ‘What went wrong in Afghanistan?: Understanding Counterinsurgency in Tribalized, Rural, Muslim Environments’ (Afganistan’da Ne yanlış Gitti? Aşiret Yapılı Kırsal Müslüman Bölgelerde Ayaklanmaya Karşı Koymayı Anlamak) adlı İngilizce kitabı da Mayıs 2016’da yayımlandı. Mart 2020'de kurucuları arasına katıldığı DEVA Partisi'nde görev aldı.
[1] https://www.securitycouncilreport.org/atf/cf/%7B65BFCF9B-6D27-4E9C-8CD3-CF6E4FF96FF9%7D/s_res_2254.pdf