Henüz 31 Temmuz gecesi yürürlüğe giren KHK 669’u hazmedemeden, 16 Ağustos’ta KHK 671 gündeme bomba gibi düştü. 671 No’lu KHK’ya bakıldığında en önemli nokta artık seçilmiş siyasi iradenin TSK’daki orgeneral/oramiraller arasında makamı/görevine bakılmaksızın istediği orgenerali/oramirali genelkurmay başkanı olarak atama yetkisini alması. Bu yetki ile TSK içindeki bir teamül (yani Genelkurmay Başkanının Kara Kuvvetleri Komutanlığından sonra atanması teamülü) yıkılmış oldu. Hatırlayın sırf bu teamülü bozmamak uğruna Orgeneral Necdet Özel önce 29 Temmuz 2011’de Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atanmış, 5 gün bu görevi yaptıktan sonra 4 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanı olmuştu).
15 Temmuz sonrası devrimsel sivilleşme olanca hızı ile devam ediyor. Ama bu sivilleşme hamlesi aşağıdaki şemadan da anlayabileceğiniz gibi 3 No’lu ok olan sivil siyasi iradeden doğrudan askeriyenin içine akan hücum okları şeklinde oluyor. Biz hâlâ yeni sivil-asker ilişkileri modelinde örneğin bir sivil siyasi irade ile Meclis'in ilişkisini, sivil toplumla siyasi iradenin ilişkisini, medyayı, üniversiteleri (entelektüel bilgi) ve sivili oluşturan tüm bu aktörlerin nasıl bir dengeleme-denetleme mekanizması ise sivil-asker ilişkileri balonuna akacağını (yani 1 No’lu ok) bilmiyoruz. Asker konuşamıyor ama muhalefet partilerinin açıklamalarından biz askerin de bu süreci yönetmede ve sivil-asker ilişkileri balonunu yönetmede pek de söz sahibi olmadığını (yani 2 No’lu ok aslında yok gibi) anlıyoruz.
Peki 1 ve 2 No’lu ok hakkında henüz bir netliğin olmadığı ve 3 No’lu oktan da anlaşılacağı gibi sivil siyasi iradenin doğrudan asker balonunun içine taaruzu şeklinde yaşanan bu hızı ve kapsamı itibarı ile devrimsel diyebileceğimiz sivilleşmenin kurumsallaşması mümkün mü? İşte bu kritik bir soru.
Belirsizlik: Sivilin en sevdiği, askerin en korktuğu
15 Temmuz gecesi en çok seçilmiş siviller korktu. Haklılar da. Örneğin Sayın Başbakan'ın 7’nci Kolordu Komutanı'nı arayıp Ankara’daki darbeci F-16’ları vurması için emir vermesine rağmen kendisinden yazılı emir istenmesi. Kabul edilemez. İşte bu nedenle şimdi seçilmiş sivil irade bir kontrol mekanizması olarak ‘ASKERİ’ balonun içine belirsizlik pompalıyor. Yazının başındaki örnekten devam edelim. KHK 671’le seçilmiş siyasi irade ‘Ben teamül falan tanımam artık kardeşim. TSK içindeki orgeneral/oramiraller arasında bana en sadık, en kolay çalışabileceğimi seçerim. Genelkurmay başkanı yaparım. Sizin teamülle belirlediğiniz değil, benimle en iyi geçinen ve bana en sadık orgeneral/oramiral genelkurmay başkanı olur. NOKTA diyor. Tartışmayı kapatıyor. Artık TSK’daki her bir orgeneral/oramiral birbirinin rakibi olacağı için genelkurmay başkanının seçilmesinde bile belirsizlik hakim olacak. Ama bakın burada benim önceki yazılarımda vurguladığım ‘Askerler Mars’tan, siviller Venüs’ten’ tezime geliyoruz. Bakın seçilmiş sivil ‘askeri alana’ belirsizlik pompaladıkça, asker kişiler ve askeri kurumlar arasında belirsizlik yarattıkça rekabet ortamı sağlayacağını, bu belirsizlikle de ‘atama/terfi’ hakkı kendisinde olduğu için bir denetim mekanizması kurabileceğini düşünüyor. Çok yanlış. Çünkü seçilmiş bir sivil siyasetçi için belirsizlik bir fırsat ortamı, yani aslında sevilen ve istenen bir şeyken (yani bu mekanizma milletvekili veya bakan seçimlerinde işe yarayabilir), asker için belirsizlik yok edilmesi gereken, nefret edilen ve korkulan en büyük canavardır. Her şeyi standartlaştırmak, doktrine etmek isteyen askerlik mesleğinde yüzde 1 belirsizlik bile bazen görev iptal kriteridir. Kısaca sivil seçilmiş belirsizliği yönetir, asker belirsizlikle savaşır. Şimdi o zaman siz orgeneralleriniz/oramiralleriniz arasına bir belirsizlik ve ‘Acaba Genelkurmay Başkanı olarak kimi seçer?’ sorusu atarsanız, siz belirsizlikle onları kendinize bağladığınızı düşünürsünüz ve rekabetçi piyasa ortamında her orgenerale/oramirale gülücükler dağıtabilirsiniz ama unutmayın onlar çoktan nihai hedefe (Genelkurmay Başkanlığına) ulaşmak için diğerleri ile savaşmaya başlamıştır. O halde yukarıdaki şemaya dönersek ben sayın seçilmiş sivillere ‘3 No’lu okla askeri alan içine ne kadar belirsizlik pompaladığınıza dikkat edin’ derim. Unutmayın siz belirsizlikle yönettiğinizi düşünürken askerleriniz belirsizlikle savaşıyor olabilir. Askerin belirsizlikle savaşı da aralarında bir yıkıcı rekabete neden olabilir ve bu yıkıcı rekabet günün sonunda Allah muhafaza Balkan Savaşlarında olduğu gibi ‘Edirne’nin Bulgarın elinde kalması Enver’in askerlerinin elinde kalmasından iyidir’ sendromuna bizi götürebilir.
Asker bir uzmanlaşma manyağıdır. Asker için ne kadar çok profesyonelleşme ve uzmanlaşma o kadar iyidir. Tam da bu nedenle askeri bir disiplinle uzmanlaşmayı kolaylıkla tesis edebilirsiniz. Genelde çoğu astronotun asker kökenli olması veya askeri bir eğitim almasının sebebi de budur. Ama mesela 31 Temmuz’daki KHK 669 ile biz uzmanlık alanı olan Askeri Tıbbı yok ettik ve sivil sağlık sistemine bağladık. Dünyadaki modern dünya ordularını inceledim. Bunların hepsinde ayrı bir askeri sağlık sistemi var ve bu sistem içinde üniformalı doktorlar harp cerrahisi, harp psikolojisi, ortopedi vb. ana bilim dallarında uzmanlaşıyorlar. Şimdi sormak gerekiyor sivil sağlık sistemi içinde bu askeri uzmanlık alanı olan branşlar nasıl muhafaza edilecek?
Dedik ya sivilin askeri alana taaruzu (yani 3 No’lu ok) devam ediyor. Dünyanın her yerinde sağlıklı bir sivil-asker dengesi kurmada en çok sorun çıkartan aran olan askeri atama/terfi sistemi konusunda sivillerin hangi rütbeye kadar söz sahibi olacağı sorunsalı bu alanın püf noktasıdır. Şu anda özellikle albaylıktan generalliğe terfilerde ve general düzeyindeki atamalarda sivil siyasi irade ne kadar müdahil olacak sorusu henüz cevaplanmış değil. Veya daha da önemlisi örneğin terörle mücadele alanında kritik bir makam olan Van’daki Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığına atamada siyasi iradeye bağlılık (sadakat) ile işinin ehli olma (liyakat) arasındaki denge nasıl korunacak? Örneğin Yüksek Askeri Şura’da sadakati öne çıkan bir adayla liyakati öne çıkan bir aday söz konusu olursa tercih hangisinden kullanılmalı? Bu soruların da gösterdiği gibi askeri atama/terfi sistemi askerle sivil siyasi irade arasında en büyük sürtünme alanlarından biri olacağını şimdiden söylemek mümkün.
Askeri alanda ‘mesuliyet’ mutlaka muhafaza edilmesi gereken bir motivasyon kaynağı. Şayet TSK’dan ‘Mustafa Kemal’in son askeri’ olma motivasyonunu ortadan kaldırırsanız o zaman maaşla motive ettiğiniz bir subaylık sistemi getirmeniz gerekir. Bu da subayla siyasi irade arasında bir ekmek köfte ilişkisi anlamına gelir. Açıklayayım: 2007 yılında Sayın Özdemir Bayraktar bölüğümün konuşlu olduğu Gabar’ın ortasındaki insan uzak Allah’a yakın Seslice Üs Bölgesine geldiğinde göz yaşları içinde bana maaşımı sormuştu. Ona ben ‘2700 TL’ dediğimde ‘Ya yüzbaşım ben burada 7 bin TL’ye mühendis tutamam. Bir de siz böyle bir yerde operasyona çıkıyorsunuz’ demişti. Ben de ‘Hocam biz Mustafa Kemal’in son askeriyiz’ demiştim. O zaman hesap basit. Ben 2700 TL+Mustafa Kemal’in son askeri olma motivasyonu (bu motivasyonun içinde vatan, cumhuriyet, millet sevgisi, tarihi ve dini motifler var) ile o tepede duruyorum. Sivil siyasi irade beni orada Mustafa Kemal’in son askeri olma motivasyonunu alarak da tutabilir. Tabi ki bana ek olarak 4300 TL daha verirse. Mesuliyet konusundaki en önemli açığı bize sözleşmeli erlerin durumu veriyor. Daha çok ekonomik güdülerle hayata bakan sözleşmeli erler için TSK’daki bulunma nedenleri tam bir ekmek-köfte ilişkisi. Terör tehdidinin olduğu yerlerde yaklaşık 4 bin TL maaş almasına rağmen bir sözleşmeli eri tutmak çok zor. 60 bine yakın kadro atanmasına rağmen hala dolduramadığınız sözleşmeli er kadrolarındaki eksikliklerden bu çok belli. Eskiden zorunlu askerlik varken güvenlik hizmetini hava gibi güneş gibi bedavaya almaya alışmış siviller için artık güvenlik hizmetinin parasal rayicine kafa yorma zamanı. Ama unutmayın Mustafa Kemal’in son askeri motivasyonu olmasın derseniz askerin cebine daha çok para koymalısınız. Tabi o da askerle siz sivillerle arasında bir ne kadar ekmek-o kadar köfte ilişkisi geliştirir.
Askeri alana taaruzları devam eden sivillere bir önerim organizasyon yönetimi, teknoloji yönetimi, operasyonel planlama, lojistik planlama, stok/envanter kontrolü, istihbarat planlaması, doktrin-konsept geliştirme ve de en önemlisi fiziki dayanıklılık gibi alanlarda çok sıkı okumalar yapması lazım. Çünkü ‘askeri alan’ büyük ve çarkları tıkır tıkır işlemesi gereken bir makina.
Eline silah verdiğiniz askerin ahlak anlayışı bir kutsaldan (dine veya geleneğe) beslenebilir ama kutsal onun tek kaynağı olamaz. Olursa o asker başka bir şey olur. Asker kendi ahlakını günlük pratiklerinden, bazımıza çok aptalca gelse de törenlerinden, ritüellerinden, aralarındaki üstlük-astlık gibi güç ilişkilerinden, devre ruhu gibi resmi olmayan dayanışma mekanizmalarından üretir. Şayet sivil taaruzla bu ahlaki değerler sistemini bozarsanız bunun yerine bir şey koymanız zor olur. Askeri eğitim sistemi askere kendi ahlakını inşa edebilecek yeterli alanı ve otonomiyi sağlamalıdır. Şayet askere bunu sağlamazsanız asker kendine has (sui generis) etiğini geliştiremez. Biz 15 Temmuz gecesi FETÖcü hainlerin millete ihanet ettiğini hep konuştuk. Ama unutmayın Askeri Etiğe de ihanet ettiler. Ama bu kamuoyunda bence gereği kadar tartışılmadı.
Askeri alana sivilin taaruzu askerin yıllar içinde kendi kendine geliştirdiği kurumsal planlama/kontrol mekanizmalarını da yok edebilir. Bu da askeri alan içinde bir süre sonra keyfiliği ve rastlantısallığı getirebilir. Keyfilik ve rastlantısallık da yazının başında vurguladığımız gibi sistemde askerin en sevmediği şey olan belirsizlik düzeyini arttırır. Mesela demokratik bir ülkede strateji geliştirirken sivil irade siyasi direktifini (amacını) belirtir ve bu amaca ulaşmak için kaynak ve vasıta planlaması ve kullanımını askere bırakır. Asker amaca ulaşırsa onu ödüllendirir, ulaşamazsa hem idari hem de hukuki hesap sorar. İşte kaynak ve vasıta kullanımı için askere kurumsal planlama/kontrol mekanizmaları geliştirebilmek için bir otonomi sağlanmalıdır. Literatürde ilginç bir bulgu var: Askeri kaynak/vasıta kullanımı için kendi otonom kurumsal planlama/kontrol mekanizmalarını geliştirmesine izin vermek demokratik kontrolü arttırırken sivil kontrolü azaltıyor. Buyrun burdan yakın. Halen bir kısım medyamızda sıkça pompalanan ‘sivil kontrol eşittir demokratik kontrol’ tezini çürüten bir bulgu bu. Demek ki demokratik kontrol ve sivil kontrol iki farklı değişken olduğu için birini arttıran bir şey diğerini azaltabiliyormuş.
Seçilmiş sivillerin siyasi direktif ve denetim dışında muharebe konularında (harekat ve istihbarat) ve muharebe destek konularında (görmeyerek ateş, lojistik, personel planlaması, bakım-ikmal vb.) ara kademeleri atlayarak mikroyönetime girmesi askerliğin ruhunu bozar. Örneğin Milli Savunma Bakanının doğrudan sorun çözmek için veya daha etkin olacağı düşüncesi ile aradaki Kuvvet Komutanını, Ordu Komutanını ve Kolordu Komutanını atlayarak doğrudan bir Tugay Komutanına emir vermesi sivilde normal karşılanabilir. Ama bu yönetim tarzı askerliği öldürür. Yine birbiri ile çatışan siyasi direktifler askerliğin ruhunu öldürür.
Şimdilik burada keselim. Kılavuza ileride devam ederiz.