23 Aralık’taki yazımda[1] belirsizliğin ve kestirilemezliğin prensi Trump’ın iş başına gelmesi ile başlayacak ‘kaotik fırtınaya’ devletimizin kurumlarının, toplumumuzun ve devlet-toplum ilişkileri açısından hepimizin hazırlıklı olması gerektiğini vurgulamıştım. Ve ne yazık ki Türkiye’deki Trump-sever illüzyon nedeniyle tam da geleceğini öngöremediğimiz ‘Trump Fırtınası’ çok hızlı başladı.
Bereket ki bu fırtına Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren Suriye’den veya Kürt meselesinden değil de aslında ABD’nin iç siyasetini ilgilendiren 7 ‘riskli’ Müslüman ülke doğumlu kişilerin ABD’ye girişlerinin kısıtlanmasından başladı. Aslında OHAL döneminde toplum olarak Türkiye’de yüzbinleri, hatta milyonları etkileyen KHK’larla yeni güne uyanma konusunda tecrübe sahibi olmuştuk. Şimdi artık tüm dünyayı, ve de çoğu zaman Türkiye’yi doğrudan etkileyen Trump KHK’ları ile yeni güne uyanmaya kendimizi hazırlamalıyız.
Belki farkında değiliz ama bu güne kadar alışageldiğimiz dünya değişiyor. Türkiye’nin ayaklarını bastığı zemin değişiyor, dönüşüyor. Bu küresel kaotik fırtınada;
Acaba Trump’ın 140 karaktere sığdırdığı bir Tweet’inin Ankara’yı ‘terbiye etme’ veya ‘hizaya sokma’ gücü ne kadardır? Belki de güç kavramının hızla değiştiği şu post-modern dünyada Trump için bir ülkeyi bir şey yapmaya zorlamak veya yaptığı bir şeyden caydırmak için çok maliyetli askeri-diplomatik yöntemler yerine 140 karakterlik bir Tweet yetiverecek.
Şimdi Trump’ın 10 günlük performansından öne çıkan ve bizi ilgilendiren konuları sıralayalım:
- Trump bu güne kadar aralarında Rusya, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır olmak üzere 10 ülke ile telefon görüşmesi yaptı. Acaba Putin, Kral Salman, Sisi ve Netanyahu ile görüşen Trump’ın Sayın Cumhurbaşkanımız ile hâlâ görüşmedi. Endişelenmeli miyiz?
- Trump şu ana kadar Suriye’deki ‘güvenli bölgeler’ konusunda Rusya, Suudi Arabistan (belli ki finansmanı Suud’a yıkacak), Ürdün (Demek ki Suriye konusunda Ürdün’ü çok güvenilir bir partner olarak görüyor) ile görüştü ama hâlâ bizle görüşmedi. Endişelenmeli miyiz?
- Trump’ın kurmayları arasında Trump yönetiminin Türkiye’deki mevcut anti-Amerikancı havadan rahatsızlık duyduğu konusunda yaygın bir görüş olduğu biliniyor. Endişelenmeli miyiz?
Yazımın başındaki tezim şu: Trump ile ABD kurumları arasındaki didişme en azından Sur’ye ve Ortadoğu konusunda kısa süre içinde bir ‘uzlaşmaya’ dönüşecek ve ABD kurumları Ortadoğu’da Trump kartının sağladığı belirsizliği ve kestirilemezliği ABD çıkarları doğrultusunda kullanmaya başlayacak.
Aslında yukarıdaki dört temel parametre de doğrudan Türkiye’nin yaşamsal çıkarları ile doğrudan ilişkili. Bu nedenle Trump’ın alacağı kararlar ve atacağı adımlar Türkiye’yi de yeni bir ‘şeye’ dönüştürecek adımlar olacak.
Burada aslında reelpolitik’in acı yanını hissediyoruz. Suriye artık Putin ile Trump’ın çoğu zaman üst katta baş başa görüşecekleri, ama zaman zaman da bizi ‘üst kata’ kimi zaman akıl danışmak ama çoğu zaman görev vermek için çağıracakları özel bir konu haline geliyor. Bu özel konuda her ikisinin de hem fikir olduğu konu ise Suriye’deki Cihadçı motivasyonun bir an önce ‘terbiye edilmesi’ ve siyasi geçiş sürecine bir an önce başlanması.
Halep’in düşmesi sonrası Rusya’nın Türkiye’nin içinde olduğu Astana görüşmeleri ve olmadığı PYD ve diğer muhalif gruplarla görüşmeler şeklinde iki paralel süreç yürüttüğü siyasi görüşmeler nedeniyle Suriye’de artık sahada fark yaratma devri kapanıyor. Şu anda Rakka’nın kim tarafından alınacağı sahadaki gerçekliği belirleyecek en önemli faktör. Burada da ya PYD’nin omurgasını oluşturduğu ABD destekli Suriye’nin Demokratik Güçleri (SDG) ya da Rusya destekli Esad güçleri Rakka’yı IŞİD’den temizleyebilecek iki aktör. Acı bir gerçek ama şu ana kadar 160 gündür süren ve 54 şehit verdiğimiz Fırat Kalkanı Operasyonu’nun Suriye’deki gerçekliği Türkiye lehine bükme gücü giderek zayıflıyor. Şu anda bir bataklığa dönüşen Bab’ın doğusunun ve güneyinin kuşatılmasına çalışan birliklerimiz güneyden Bab’a yaklaşan Suriye ordusu ile karşılaştıklarında verecekleri tepki aslında Bab’ın da geleceğini belirleyecek. Bab’tan sonra daha güneye yani Dayrezor’a ve Rakka’ya ilerlemeyeceğimiz zaten Sn. Cumhurbaşkanı tarafından ifade edildi. O zaman Bab’ta uzun süre kalamayacağımız ve günün sonunda ‘Bab’ın Esad güçlerine devredeceğimiz gerçeği bizi bekliyor. O zaman artık Bab’tan şehitlerimizin ruhlarını incitmeyecek ve toplumsal vicdanımızı sızlatmayacak ‘ONURLU ÇIKIŞ’ stratejisi üzerine kafa yormanın zamanı geliyor gibi. Çünkü zannımca artık Trump döneminde Obama döneminde olduğu gibi ‘Munbiç’e yürürüm’ veya ‘Fırat’ın doğusuna da giriyorum’ gibi söylemleri kolay kolay söylememiz mümkün görülmüyor. Ben Trump’ın ‘Suriye kuzeyinde PYD mi yoksa Türkiye’mi?’ tercihini yaparken iki rasyonel kritere bakacağını düşünüyorum.
1. IŞİD ile mücadelede etkinlik: Bu kriter açısından bakıldığında Fırat Kalkanı’nın ilk aşaması olan Cerablus’un alınması ve ikinci aşaması olan Cerablus-Çobanbey arasındaki sınır hattının temizlenmesi aşamalarının başarı ile gitmesine rağmen Bab’ın alınması olarak özetleyebileceğimiz 3. aşamada sorunlar olduğu görülüyor. Şu anda IŞİD’le sahada silahlı mücadelede ‘Fırat Gazabı’ operasyonu ile Rakka’ya bir hayli yaklaşan SDG’nin Türkiye tarafından desteklenen Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’ndan daha etkin olduğu bir gerçek. Etkinlik kriteri açısından Trump döneminde de ABD ordusunun sahada SDG’ye verdiği desteğin süreceğini düşünüyorum.
2. Maliyetler (Para, para, para): Kesinlikle unutmayın Trump bir iş adamı ve her konuyu bir alışveriş olarak kodluyor. ABD için Suriye’nin 2016 yılı maliyeti 20 milyar doları buldu. Ekim 2015’de Suriye’ye giren Rusya’ya Suriye’nin maliyeti ise 50 milyar doları çoktan aştı. Trump’ın Amerikalıların parasını ABD dışında özellikle Suriye’de harcama konusunda çok cimri olacağını da söylemek gerekiyor. Ben Suriye kuzeyinde Türkiye’ye inisiyatif verme konusunda Trump’ı ikna edecek tek şeyin ‘para’ olduğu kanaatindeyim. Şayet Trump yönetimi Suriye kuzeyinde Türkiye’nin IŞİD’le mücadelede ABD’nin cebine çok dokunmayan ‘daha ucuz’ seçenekler sunabilen bir müttefik olduğu konusunda ikna olursa Türkiye’nin sunacağı ‘ucuz maliyetli çözümü’ SDG’nın (yani PKK bağlantılı YPG güçlerinin) sahadaki etkinliğine tercih edebilir. İşte burada Türkiye’nin PYD’yi devreden çıkarmak için Trump’a Rakka’yı ABD için ‘bedavaya’ alabilecek bir askeri güç önerisi sunması gerekiyor. Ancak Trump’ın Suriye konusunda şu sıralar Suudi Arabistan’la sıkı fıkı halleri finansman sorununu doğrudan onlarla görüştüğü sonucunu çıkarmamızı gerektiriyor.
O zaman aslında Türkiye için yeni dönemde sorulacak stratejik soru: Acaba Trump’tan Suriye kuzeyinde ‘imtiyaz’ satın alabilmek için Türkiye’nin yeterli parası, veya bu parayı verebilecek dostu (Suudi Arabistan veya Katar?) ve daha da önemlisi sahada satın aldığı bu imtiyazı çıkarlarının gerektirdiği kadar koruyabilecek bir askeri gücü var mı?
Size 2017’de Suriye’deki ‘akışkan ve kimin eli kimin cebinde belli olmayan’ çatışma ortamındaki mevcut durumu hayvanlar aleminden analojilerle anlatmaya çalışayım.
Şimdi aslında loş ve dar bir dükkâna benzettiğim Suriye’de iki filimiz var: Rusya ve ABD. Onlar yukarıda bu loş ve dar dükkânda pozisyon almaya çalışıyorlar. Hem birbirlerini tartıyorlar hem de kendileri için yer bakıyorlar. Rusya fili ciddi ciddi dükkâna yerleşmiş görünüyor, ABD fili dükkânda uzun süre kalacak mı yoksa Rusya fili rahat rahat otursun diye çıkıp gidecek mi henüz belli değil. Onlar yukarıda bu meseleyi aralarında görüşecek. Bir de dükkânda kediler var: Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve Esad yönetimi gibi. Türkiye’nin cılız ve çelimsiz bir kedi mi yoksa güçlü ve çevik bir kedi mi olduğu tercihini size bırakıyorum. Ama neticede Türkiye bir fil değil, bir kedi. Şimdi Türkiye’nin temel çıkmazı şu: bu loş ve dar dükkânda Türkiye’nin peşinde olduğu bir fare var: PKK-bağlantılı PYD. Türkiye bu loş ve dar odada kendi faresini yakalamak için bir yandan kapanını kuracağı doğru yeri ve zamanı kestirebilmek için aşağıya bakıyor ama diğer yandan da yukarıya da konsantre olmalı çünkü yukarıda onu ezebilecek 8 adet fil ayağı var. Veya Türkiye herhangi bir fille duvar arasına sıkışabilir, veya iki fil arasında da sıkışabilir. Bu ihtimal odadaki diğer tüm kediler için geçerli. Şimdi maharet yukarıda fillerin oyununu ve atacağı adımları önceden öngörüp herhangi bir ayağın altında kalmamak. 2017’de naçizane öngörüm, bu filler 2016’ya nazaran daha çok tepişecek gibi. Çünkü artık sabırları kalmadı ve bir an önce sabit bir pozisyon almak istiyorlar. Bu nedenle 2017’de söz konusu Suriye ise aşağıya baktığımız kadar yukarıya da bakmamız gerekecek. 2017’de Türkiye için 3 olasılık var:
Diğer olasılıklar hakkında yorum yapmak istemem ama umarım 2. olasılık gerçekleşmez. Yani 2017’de Suriye, Türkiye’nin çıkmak isteyip (veya çıkması gerekip) de çıkamadığı bir yer hâline gelmez....