İkinci Dünya Savaşı 1945’te sona erdi.
Batı Avrupa ülkeleri neredeyse silahlar susar susmaz barışma sürecine geçtiler.
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu 1951 yılında, 50 milyondan fazla insanın hayatına mal olan savaş sona erdikten altı yıl sonra kuruldu.
Birliği oluşturan Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg, savaşı başlatmış olan Almanya’yı da bu kuruluşta aralarına aldılar.
Avrupa Birliği (AB), Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan doğdu.
AB’nin esas amacı ekonomik olmaktan çok, Avrupa ülkelerini bir dostluk çemberi içine alıp kendi aralarında yüzyıllardır süren savaşların tekrarını önlemekti.
Bu yıl, Rumlar ve Türkler birbirlerinden kopuşun 56’ncı yılına, Kıbrıs bölünmüş bir ada oluşunun 45’inci yılına girdi.
Ama sayısız görüşmeye rağmen geçmişin yaralarını sarıp adayı ortak bir amaç etrafında birleştirmek konusunda hiçbir önemli adım atılamadı.
Uzlaşma, aralarında bir anlaşmazlık olan taraflardan hiçbirinin bütün istediklerini elde edememesi durumudur.
Türklerin de Rumların da bu konseptten haberi yok.
Sorun çözülemiyor çünkü her iki toplum da bir tür Soğuk Savaş mantalitesinden kendini kurtaramıyor.
Sürekli olumsuzluk, sürekli saldırganlık, sürekli suçlama, sürekli ağlaşma. Hatta sürekli silahlanma.
Kıbrıslı Rumlar ve Türklerin çoğu geçmişte hapis yaşıyor.
Türkler, 1950 - 1974 döneminin hücresinde kapalı.
O tarihlerde Rumlar adayı Yunanistan’la birleştirmek için İngiliz sömürge yönetimi ile savaşmışlar, 1960’da ada özgür olunca silahlarını Türklere çevirmişlerdi.
Rumlar ise 1974’te kaldı. Türk askerinin adaya çıkışını, on binlerin evinden barkından olmasını, adanın üçte birinden çoğunun Kıbrıslı Türklerin mülkiyetine geçmesini ve Kıbrıs’ın bölünmesini hazmedemiyorlar.
Türkler Rum, Rumlar Türkiye korkusu ile yaşıyorlar. Ve ne yazık ki her iki toplumda da Avrupa’nın savaştan sonra sahip olduğu yöneticiler gibi insanlar yok. Kendilerini geçmişin ve korkularının esaretinden kurtaracak liderlere sahip değiller.
Kimse barış dilini konuşmuyor.
Ne de her iki toplumda bölünmüşlüğü sürdürerek kazanılan ile kaybedileni ölçecek akıl var.
Bu eksiklik en çok Türkler için acıdır. Rumlar sağlam bir ekonomi ve demokratik bir hukuk devleti kurarak Avrupa Birliği’ne girdi. Biz Türkler ise yalpalıyoruz ve her sahada düşen standartlarla, adil olmayan bir sosyal ortamda yaşıyoruz.
Mevcut durumdan kurtulmanın tek çaresi Avrupa Birliği’ne girmektir. Bunun da yolu adanın birleşmesinden geçer. Bu ise görüşmeleri tıkayan aşırı görüşlerimizi makulleştirmemize bağlıdır.
Rumlarla yan yana yaşamamız için bizim onları, onların bizi sevmesi gerekmez. Büyük bir apartmanın dairelerinde oturanların huzurlu bir yaşam sürmelerini sağlayan sevgi değil, ortak yaşamın yazılı ve yazılı olmayan kurallarına uymalarıdır.
Adanın birleşmesinin anahtarı Rumların değil bizim elimizdedir.