Üyesi olduğum Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu ICIJ’in bir e-mail grubu var.
Geçenlerde bu gruptan bir mail aldım.
Maili yollayan İngiliz üyelerden gazeteci Duncan Campbell idi.
Sussex Üniversitesi’nin ona, geçmişi kırk yıla ulaşan araştırmacı gazetecilik başarıları için, onursal doktora unvanı verdiğini bildiriyordu.
Mailinde, töreni gösteren kısa bir de video** vardı.
Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’nun kurucularından olan Campbell’e doktorası 2017 yaz döneminin mezuniyet töreninde verilmişti. Marc-Antoine Charpentier’in görkemli Te Deum’u eşliğinde, üniversitenin akademisyenleri kırmızı-siyah tören elbiseleriyle öğrencilerin arasından acelesiz adımlarla geçmişler ve sahnede yerlerini almışlardı.
Basının zincire vurulduğu bir ülke belki daha kolay yönetilir, ama daha iyi yönetilemez
Profesörlerden biri altmış beş yaşındaki Campbell’in araştırmacı gazetecilik konusundaki başarılarını sıralamıştı. Campbell’in devlet sırlarını açıkladığı için birkaç defa gözaltına alındığını, evinin polis tarafından arandığını anlatmıştı.
Ama gazeteciyle giriştiği devlet sırrı/basın özgürlüğü kavgasından hükümet yenik çıkmıştı.
Üst mahkeme, hükümetlerin devlet sırlarını koruyan yasaları kötüye kullandığına vurgu yaparak Campbell’in lehine karar vermişti.
Campbell, kendi tarifi ile, dünyanın nasıl bir yer olduğunu yorumlayan değil onu değiştirmeye çalışan - hâlâ aktif olan - gazetecilerdendir.
Konuşmasında, polisin hakkında hazırladığı dosyada onu “bağlantısız devrimci,” olarak tanımladığını söyledi.
Faşist, anarşist, komünist terörist değil, “bağlantısız devrimci.”
Türkiye’de böyle gazeteciler olsa mükâfatlandırılmaz, öldürülür veya hapishanede çürütülürdü. Nitekim, cumhuriyetin kuruluşundan beri öldürülüyorlar ve çürütülüyorlar.
Campbell’e bir zamanlar öğrencisi olduğu Sussex Üniversitesi’nin onursal doktora unvanı vermesi ve bu törende yapılan konuşmalar bana yeniden Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda ne kadar ilkel olduğunu, milattan beş yüz yıl önce başlayan demokrasi macerasından ne kadar uzaklaştığını hatırlattı.
AKP Türkiye’sinde bırakın araştırmacı gazeteciliği, normal gazetecilik yapmak bile imkânsızlaştı.
Olanlar, halk bilse de bilmese de oluyor.Ve kaçınılmaz son, bilinse de bilinmese de gelecek.
Zarrab olayının içyüzünü, ekonominin gerçek durumunu, Türkiye-Katar dostluğunun nedenlerini, Orta Doğu’daki akılsız politikaların mâl olduğu milyar dolarları, salgın hastalığa dönüşen yolsuzluğu ve bunlar gibi birçok şeyi yazamamak, bunları ve AKP’nin damarlarına saldığı zehri ortadan kaldırmaz.
Olanlar, halk bilse de bilmese de oluyor.
Ve kaçınılmaz son, bilinse de bilinmese de gelecek.
Daha önce yazdığım bir şeyi tekrarlamak istiyorum:
Basının zincire vurulduğu bir ülke belki daha kolay yönetilir, ama daha iyi yönetilemez.