Dinin önündeki en büyük engel camiler, kiliseler, sinagoglar, din adamları ile onları ve dini dünyevi çıkarları için kullanan politikacılardır.
Bütün bunlar dinleri, batıp denizin dibine çökmüş ve üzeri su yaratıkları ile kaplanmış tekneler gibi, işlevini yerine getiremez hâle getirdi.
Bir başında dikenlerden taç, üstü yırtık pırtık, kan revan içinde çarmıhta "su" diye inleyen İsa’yı düşünün, bir de ipekliler giyen, altın haç ve elmas yüzük takan göbekli piskoposları.
Ya da sübyancı Katolik papazları...
Veya zalim ve bozulmuş Suudları...
Dinler insanları terbiye edemedi ve dünyayı yaşanılmaz hâle getirmelerini önleyemedi. İnsanı iyi bir dünya yaratığı yapamadı.
Yapacağı da yok.
Gerçekten dindar olanlar veya olduğunu sananlar istisnadır ve onların birçoğunun da dini tamamen terk edenlerden daha iyi olduğu tartışmalıdır.
Dinler kurtuluşu, ahlakın en üst düzeyini temsil ettiklerini iddia etmeye devam ediyorlar ama inandırıcılıklarını kaybettiler.
İsa, Musa ve Muhammed yeryüzünde yürürken vardı getirdikleri dinlerinin özü ve saf uygulanması.
Bu cümleyi bile "belki" ile takviye etmek gerek.
İsa’nın Havarileri bile ihanet ve korku içinde değil miydi?
Yehuda değil miydi İsa’yı bir kese gümüş para karşılığında onu kırbaçlayarak Golgotha’ya götüreceklerin eline veren? Ve daha sonra İsa’dan fazla İsa’cı olacak olan Petrus değil miydi İsa yakalanırken üç defa "Onu tanımıyorum," diye bağıran?
Tevrat ve İncil’in Tanrı’sı değil miydi insana "yürü ve çoğal," buyuran ve bütün canlılara "kâhya" atayan?
İşte yürüdüler ve çoğaldılar. Başka yaratıklara yaşam alanı bırakmadılar ve kâhyası oldukları canlıları yok ediyorlar.
Denizleri ve havayı zehirlediler.
Dünya İsa’nın "devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bir adamın Tanrı'nın krallığına girmesinden daha kolay" dediği zenginlerle doldu.
Belki kabahat dinlerde değil insanlarda, terbiye olmalarının, zararsızlaşmalarının mümkün olmayışındadır.
Ama terbiye edilmesi mümkün olmayan insanı da Tanrı yaratmadı mı?
İnsanı kendisinden başka kimse kurtaramaz.