Merak ediyorum.
Seksen milyonluk bir ülkenin bir adama nasıl bu kadar kolay teslim olduğunu hiç düşünüyor musunuz?
Nasıl kaçıştılar veya önünde eğildiler. Nasıl tek başına direksiyona geçti. Nasıl aracı uçuruma çevirdi. Nasıl direksiyondan kalkmamak için araçla beraber uçuruma yuvarlanmaya hazır. Ve nasıl gittikçe hızlanan aracın içinde ellerinizi çaresizlikle ovuşturarak seyrediyorsunuz.
Yargı, yasama, üniversiteler, bürokrasi, diyanet, meslek örgütleri, sendikalar, medya ve diğerleri - nasıl kolayca teslim oldu?
Ne Nazım Hikmet gibi kendini sürgün eden çıktı, ne Budist rahipler gibi kendini yakan, ne Nehru gibi yalın ayak yollara düşen, ne Mandela gibi hapiste çürüyen, ne Martin Luther King gibi alnından vurulmayı göze alan, ne de Aung San Suu Kyi gibi gençliğini ev hapsinde geçiren.
Direnenleri, hapse tıkılanları, öldürülenleri, yaralananları, işinden kovulanları unuttum sanmayın. Onları bu yazının dışında tutuyorum.
Ben kurumlardan bahsediyorum.
Nasıl bu kadar kolay boyun eğdiler ve teslim oldular?
Birinci neden kurumların zayıf olmasıdır.
Orgeneral Evren öldüğünde neredeyse cenazesini kaldıracak imam bulunmayacaktı. Ama hiçbir parti onun hazırlattığı ve parti liderlerini birer diktatör yapan Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirmeyi düşünmüyor. Parti delegelerini ve milletvekili adaylarını parti başkanları seçiyor. Milletvekilleri Meclis’teki varlıklarını parti başkanlarına borçlu oldukları için bağımsız davranamıyor.
Silin kuvvetler ayrılığının bir ayağını.
Atatürk zamanından beri devletin, yani hükümetin, bir kolu olan yargının durumu daha da acıdır.
Siyasiler bağımsız yargıç konseptinin gelişmesine hiçbir zaman izin vermedi. Yargıyı hesap vermemek, düşmanlarını ezmek için kullandılar. Yargı mı, kolluk gücü mü ayırt edilemez oldu.
Silin kuvvetler ayrılığının ikinci ayağını da.
Ve sile sile devam edin. Bütün kurumlar önemsizleştirilinceye, tek adam cumhuriyeti kuruluncaya kadar devam edin.
İkinci ve daha önemli neden belkemiksizliktir.
Nedir belkemiksizlik?
Eğer bir Başbakan bir Bakana “X medya patronuna öyle bir ceza kes ki çığlıkları Venüs’ün gezegenlerinde duyulsun” diye emir verirse. Eğer o bakan, “Bu yasal ve ahlaki değildir, yapmıyorum” diyeceğine, “Baş üstüne Başbakanım,” derse, o Maliye Bakanı’nın belkemiği yoktur.
Kurumların da belkemiksizi var. Yolsuzluk yaptığına dair güçlü karine bulunan bakanları aklayan bir partinin belkemiği olduğundan bahsedilemez.
Belkemiksizlik ahlak konsepti güçlü olmayan kişi ve kurumların şu veya bu nedenle yanlış olduğunu bildikleri şeyleri yapmalarıdır.
Atatürk döneminden başlayarak siyasi tarihimiz bir belkemiksizlik kataloğudur.
Belkemikli kişinin nasıl bir insan olduğunu bilmek istiyor musunuz? O zaman Socrat’ın idamından önce yaptığı savunmayı* okuyun.
*Sokrates'in Savunması İş Bankası Kültür Yayınları / Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi Çeviri : Ari Çokona