Yıllarca bitişik ikizler gibiydiler, AKP ile Fethullah Gülen “Hoca Efendi” cemaati.
Erdoğan cemaat ne istediyse verdi.
Seyahatlerde yanında götürdüğü Fethullahçı Zaman gazetesinin temsilcisiyle (ve sadece onunla) uçakta halvet oluyor, cemaatin isteklerini not ediyordu.
Meclis’e sunulan yasalar cemaatin isteğine uygun biçimde değiştiriliyor, bürokrasiye cemaatin istediği kişiler tayin ediliyordu.
Ankara ve İstanbul’da ve başka yerlerde, okul yapmaları için trilyonluk arsalar bedava denecek fiyatlarla cemaate devrediliyordu.
Cemaatin 17 üniversitesinin açılış kararlarının altında Erdoğan’ın imzası vardı.
Erdoğan cemaatin tezgâhladığı Ergenekon ve Balyoz davaları için “savcısıyım” dedi.
Ve, 1999’dan beri Amerika’da gönüllü sürgünde yaşamakta olan Gülen’i şu sözlerle dönmeye davet etti:
“Gurbette olup vatan topraklarının hasreti içinde olanları aramızda görmek istiyoruz...Diyoruz ki bu sıla hasreti bitmelidir.”
Cemaat, Erdoğan’ın ona açtığı yaşam alanında o kadar güçlendi ki, Gülen Erdoğan’ı devirip iktidarı elinden alabileceğini sandı
Yukarıdakilerin tamamını gazeteci Fehmi Koru’nun Ben Böyle Gördüm adlı olağanüstü ilginç kitabından aldım.
Kitabı, geçen nisan ayında çıkar çıkmaz getirtmiş ve hemen okumuştum. İçinde, Koru’nun da sorduğu şu sorunun cevabını bulmayı umuyordum:
Siyasi iktidarı yönlendirebilecek, ondan istediği her şeyi alabilecek bir güce eriştiği halde Gülen neden Erdoğan’la kavgaya tutuştu, onu devirmeye çalıştı?
Gülen uzun yıllar bu ittifaktan memnun göründü.
“Bu arkadaşların iktidardaki varlığı sayesinde bizim hizmetlerimiz de arttı. Eskiden korka korka yapılan faaliyetler alenileşti. Daha ne isteyebiliriz?” diyordu Koru’nun yazdığına göre.
Minnet borçlarını ödemek için seçimlerde “AKP’lilerden bile fazla ter dökerek” Erdoğan’ın tekrar tekrar seçim kazanmasında yardımcı oldular.
2010 anayasa değişikliği referandumda Gülen evet oylarının çok olması için taraftarlarına “İmkânı varsa ölülerinizi mezardan kaldırın ve oy kullandırın” talimatı verdi.
On yıldır süren bu balayının bitmekte olduğunun ilk açık sinyali 2012 Şubat’ında geldi.
İstanbul’da bir savcı MİT Müsteşarı ve bir grup üst düzey MİT’çiyi ifadeye çağırdı.
Konu, Kürt sorununu sonlandırmak üzere Erdoğan’ın talimatı ile başlatılmış olan “Oslo görüşmeleri” idi.
MİT’çiler bu görüşmeye gitmediler. Gitselerdi tutuklanacaklar, arkasından “sorumluluk zinciri” PKK’lılarla görüşme talimatı verenlere, yani Erdoğan’a kadar uzatılacaktı, Koru’ya göre.
Bu, Fethullahçıların Erdoğan’ı devirmek için yaptıkları ilk hamleydi.
Erdoğan yasa değişikliği yaparak MİT’i himayesine aldı ve MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağıran savcıları elimine etti. Ama, nedense, bu saldırgan tavra karşı tepkisi sınırlı kaldı.
İkinci girişim Aralık 2013’te Fethullahçı savcıların ortaya attığı rüşvet iddialarıyla başladı.
Erdoğan bu iddiaları kendine karşı bir “siyasi darbe” girişimi olarak algıladı.
Tepkisi sert ve muazzam oldu.
İki taraf arasındaki ipler koptu.
Fethullahçıları, emniyet ve yargıdan başlayarak, kamu kurumlarından temizlemeye başladı.
Dershaneler cemaatin can damarıydı. Hem gelir getiriyorlardı, hem de ülkenin en parlak gençlerini saflarına katma olanağı veriyorlardı. Erdoğan bunları kapatma yoluna gidince, Koru’nun deyimi ile, cemaat “baltalarını topraktan çıkarmaya başladı.”
“Nasıl oldu da Erdoğan iktidarıyla savaştan galip çıkabileceklerini düşünebildiler?” İhtirasları zekâlarının çok ötesinde olduğu için, olabilir mi?
Koru’ya göre, o günlerde Gülen yolsuzluk iddialarıyla zayıflattığını sandığı Erdoğan’ın “son demlerinin yaklaştığı” yanılgısına kapıldı. Gücünü yanlış hesapladı. “Karşısındakinin devlet olduğunu fark etmedi.”
Kitabının büyük bir bölümünü AKP-Cemaat savaşının nedenlerini araştırmaya ayıran Koru, Fethullah’a da, Erdoğan’a da yakın olan, ama her ikisi ile de arasına mesafe koymuş olan, itibarı yüksek İslamcı bir gazetecidir.
Bu itibarla Cemaat-AKP kavgasının nedenlerini en iyi ortaya çıkarabilecek gazetecilerden biridir.
Ama ne yazık ki bulguları tahminden ibaret kaldı. Bu nedenle Ben Böyle Gördüm ilginç ama sonunda tatminkâr olmayan bir kitaptır.
Fethullah Gülen’in devleti içeriden fethetme planı gizli değildi.
Daha 1999’da, AKP iktidara gelmeden üç yıl önce, Gülen şöyle konuşuyordu: “Arkadaşlarımızın (devlet içerisindeki) mevcudiyeti İslami geleceğimiz açısından bu işin garantisidir....Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın ... İstikbale yürümek için sistemin püf noktalarını keşfedin.”
AKP’liler bunu görmezden geldi. Belki, bugün olduğu gibi o gün de “Başı secdeye değenden kötülük gelmez” diye düşünüyorlardı.
Benim tahminim şudur:
Cemaat, Erdoğan’ın ona açtığı yaşam alanında o kadar büyüdü ve güçlendi ki, Gülen Erdoğan’ı devirip iktidarı elinden alabileceğini sandı.
Koru bu ruh hâlini şöyle anlatıyor:
“Siyasilerden kaynaklanan ve kendilerine ait olmayan bir gücü kullanmaya başlayınca Hizmet diye bilinen hareketin hüviyeti değişmeye uğradı. Kendilerini siyasilerden önemli saymaya başladılar.”
Gülen belki kendini ikinci bir Humeyni olarak gördü. Erdoğan’ın yerine bir kukla koyabileceğini sandı.
Koru “Olanlara hâlâ tam anlamıyla akıl erdirmediğimi itiraf etmeliyim,” diyor. “Nasıl oldu da Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu iktidara karşı giriştikleri savaştan galip çıkabileceklerini düşündüler, düşünebildiler?”
İhtirasları zekâlarının çok ötesinde olduğu için, olabilir mi?