Doğru dürüst bir Batı Avrupa gazetesinde ona dış politika konusunda köşe bile vermezlerdi.
Türkiye’de, büyükelçi unvanıyla başbakan dış politika danışmanı oldu. Dışişleri Bakanı oldu. Başbakan oldu.
Ülkeyi neredeyse bütün dostlarından eden bir dış politika izledi. Suriye’deki iç savaşa, Suudi Arabistan ile İran arasındaki Sünni-Şii çatışmasına bulaştırdı. Rus uçağının düşürülmesi olayındaki rolü ile cumhuriyet tarihinde işlenen en büyük hatanın mimarı oldu.
Patronunun Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştıran, ülkeyi düşman kamplara bölen girişimlerini destekledi.
Ama, düşüşüne neden olan yaptığı hatalar değildi. Bulunduğu makamı bir başkasına borçlu olduğunu unutmaktı.
Davutoğlu, yaklaşık iki hafta sonra yapılacak AKP kongresinde mührü Erdoğan’ın seçtiği kişiye teslim edecek ve geldiği karanlıklara geri dönecek
Yaklaşık iki hafta sonra yapılacak AKP kongresinde mührü Erdoğan’ın seçtiği kişiye teslim edecek ve geldiği karanlıklara geri dönecek.
Ahmet Davutoğlu hadisesi bize çok şey anlatıyor.
Birinci anlattığı şey insanlık kadar eski bir gerçeğin teyididir: Yetenekli kişiler kenarda köşede sürünürken yeteneksizler meteor gibi yükselir. Bu hiç değişmeyecek bir gerçektir.
İkinci gerçek, AKP’nin siyasi anlayışında sadakatin liyakatten önemli olmasıdır. Davutoğlu, başbakanlığa, dış politikada başarılı olduğu için değil, o alanı mezarlığa çevirdiği halde getirildi.
Erdoğan’ın başarı kriterleri kendine hastır. Onun gözünde başarı, genelde, AKP’nin seçimde aldığı oy oranı, kişisel bağlamda ona duyulan sadakattir – ki bu asla yüzde yüzün altına düşmemelidir.
Davutoğlu’nun, başlangıçtaki çekiciliği Osmanlı özleminden kurtulamayan, Batı’ya karşı aşağılık kompleksi içinde olan çoğunluğa Osmanlı’nın ihtişamını yakalamanın gene mümkün olduğuna inandırmaktan geliyordu. Müslümanlar ve “dünya mazlumları” Türkiye’nin samur kürkü sırtına geçirip onlara önderlik etmesini bekliyorlardı. Bu öncülük Türkiye’nin bir dünya gücü haline gelmesinin birinci adımı olacaktı.
Romantizm, nostalji, hayal ve büyük laflar üzerine inşa edilmiş büyük bir kandırmaca idi bu hedef. Ama, Davutoğlu, kendini Tanrı’nın insanlığa bir ihsanı sanmaya başlayan Erdoğan’ı ikna etmeyi başardı.
2010’da Tunus’ta başlayan ‘Arap Bahar’ına kadar kazasız belasız süzülen bu hayal gemisi önce Mısır’da, sonra Suriye’de gerçek dünyanın kayalarına çarptı.
AKP Sünnilik cübbesini sırtına geçirdi.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yanında yer aldı. Suriye’de Alevi Esad rejimini devirmeye çalışanlara yardım etti.
Devletlere ve çok uluslu şirketlere güvenlik konusunda danışmanlık yapan Soufan Group’a göre, 40 bin kişi Türkiye’nin denetimsiz sınırlarından elini kolunu sallayarak cihatçılara katılmak üzere Suriye geçti.
Doğru dürüst bir Batı Avrupa gazetesinde ona dış politika konusunda köşe bile vermezlerdi
İşin acı tarafı AKP’nin bir ara imkansızı başarır gibi olmasıydı. Ülke hızla kalkınıyor, refah tabana yayılıyor, demokratik reformlar yapılıyor, Avrupa Birliği üyeliği mümkün görünmeye başlıyordu. Türkiye, İslam’la demokrasinin bağdaşmaz olduğu tezini sanki de yıkacaktı.
“Sonra” - Cahit Külebi’nin sözleriyle - “alem değişiverdi.”
Bu değişikliğin en büyük nedeni Orta Doğu’daki tarafsızlık politikasının terk edilmesi, dış politikaya Müslüman Kardeşler felsefesinin egemen olmasıydı.
Bundan en çok kimin sorumlu olduğunu söylememe herhalde gerek yok.
*
Ayrılışını ilan ettiği basın toplantısında yaptığı Erdoğan dalkavukluğu, dalkavukluğun Everestlerinden biri olarak tarihe geçecektir.