Başlık sizi yanıltmasın. Bu pastoral bir yazı değil. Konusu daha çok siyasi ahlak, AKP, Bülent Arınç, adam gibi adam olmak falandır. Bu konular sizi ilgilendirmiyorsa – ki bunu anlarım – okumaktan hemen vazgeçebilirsiniz.
Eminim bu sözleri hatırlamıyorsunuz:
“Herkesi olduğu gibi kabul etmemiz lazım. Recep Tayyip Erdoğan bizim bir kaderimizdir. Kadere kızılmaz. Ben de kadere rıza gösteriyorum.”
Kim bu kadere rıza gösteren?
Bülent Arınç. Bu sözleri geçen sonbaharda sarf etti. O ilginç dönemde Arınç aktif siyasetten ayrıldı, Abdullah Gül “kardeşim” dediği Erdoğan tarafından kenara itildi, Davutoğlu AKP başkanlığına ve başbakanlığa adım attı ve AKP İlk defa Meclis’teki çoğunluğunu kaybetti.
Aynı konuşmasında – Eylül’dü – Arınç şunları da söyledi: “Biz, çok şükür, kendisini feda edebilecek, dünya adına bir beklentisi olmayan bir insan olarak kalmak isteriz. Susmamız, bir kenara çekilmemiz ve dua etmemiz lazım.”
Arınç dua etmeye devam ediyor mu bilmiyorum. Ama kenara çekilmediği ve susmadığı kesin. Geçen Cuma günü CNN Türk’te iki saat kadar Taha Akyol’un sorularına cevap verdi ve bazen açık bazen üstü kapalı olarak Erdoğan’ı ağır bir biçimde eleştirdi.
Tahmin edilebileceği gibi AKP’nin militanları bundan hoşlanmadı. Arınç’ı malum düzeysizlikleri ile insafsızca eleştirdiler.
O da, susmamaya devam ederek, bu eleştirilere yazılı bir cevap verdi.
Arınç “Bazı dostlarımız ... söylediklerimin doğru olduğunu, ancak bunun birileri tarafından suiistimal edilerek partimiz aleyhinde kullanılacağı endişesini taşıdıklarını ifade ettiler” dedi.
Arınç’ın “bazı dostlarımız” dediği AKP’lileri endişelendiren anlattıklarının yanlış olması değildi. “Partimiz aleyhinde kullanılacağı olasılığıydı.”
Arınç’ın dostları için önemli olan – insanın böyle dosta ihtiyacı var mı, emin değilim – Türkiye’nin tehlikeli bir duruma sokulması ve Arınç’ın bunu dile getirmesi değildi. Önemli olan bu -durumun açığa çıkmasının partiyi zayıflatma olasılığıydı.
İzninizle burada bir parantez açayım:
Türkiye’de siyasi partiler demokrasi değil diktatörlüktürler. Bu gerçek bütün partiler için geçerlidir. Bunun iki nedeni var: Askerlerin hazırladığı ve bu güne kadar kimsenin değiştirme girişiminde bulunmadığı faşist partiler yasası. Ve milletvekillerinin genelde demokrat olmaması. Sadakati, saf bozmamayı seçmeleri, işler kötüye gittiğinde bile seslerini çıkarmamaları. Bir tür siyasi omerta’ya (gizlilik yemini) riayet etmeleri.
Bu kul mantalitesi parti başkanlarının kimseye danışmadan, eleştiriden korkmadan istedikleri kararları alma özgürlüğü verdi.
Arınç, Akyol söyleşisinde özellikle üç konuya dikkat çekmişti: AKP’nin iki muhtarlı bir köye dönüşmesi, Kürt sorunu, dış politikanın fecaati ve bunların ülke için arz ettiği tehlikeler.
Dostları Arınç’a neden bazı konular zıvanadan çıkmadan, bir şey yapabilecek durumda iken Erdoğan-Davutoğlu ikilisine isyan bayrağını çekmediğini sormalıydılar.
Bunun yerine “Neden susmuyorsun” dediler ona. Aslında demek istedikleri parti, ona bağlı olarak çıkarlarımız, memleketten önemlidir, idi.
O da cevap olarak kem küm etti.
Arınç’ın sorunu bir ayağının karada diğer ayağının sandalda olmasıdır.
Bir yandan Erdoğan’ı eleştiriyor diğer yandan onu övüyor.
Sonra da “Unutulmamalıdır ki, yıkmaya çalıştığınız çınarın gölgesinde, güneş görmemiş daha bir çok hakikat gölgeleniyor” diyerek dikleniyor.
Böyle çınar olunmaz, sayın Arınç. Bonzai olunur.