Hasan Cemal’in yazısını okuduktan sonra, kabaklara su vermek için bahçeye çıktım.
Aklımda yazdığı şeyler*, ülkenin gidişatı hakkında duyduğu derin üzüntü, bir şey yapamamanın ezikliği ve hüsranı.
Kabakların her gün en az bir defa, ideal olarak bir akşam bir sabah sulanmaları lazım.
Dün tembellik edip yapmadım.
Bugün de – Kıbrıs deyimiyle – “suvarmazsam” çiçeklerini dökebilirler, hatta geri dönüşü olmayan bir kuruma sürecine girebilirler.
Hava bu ay için normalden serin ise de gün ortasında gene epeyce sıcak oluyor. Su isteyen bir bitkiye su vermezseniz önce yaprakları yumuşamaya ve sarkmaya başlar. Sonra bazı yapraklarını beslemekten vazgeçip onları kurutur. Sonra dallar, sonra bitki ölür.
Benim kabakların yaprakları epeyce sarkmıştı.
Belki bu acılar Erdoğan ve AKP’nin kaçınılmaz sonunu getirdikten sonra Türkiye’nin doğru yolu bulmasına vesile olur
Geri kalmış ülkeler de kabaklara benzer. Sularsanız büyürler, sulamazsanız kurumaya başlarlar.
Bir ülke nasıl sulanır?
Ortalama geliri artırarak. Eğitim düzeyini yükselterek. Liberal hoşgörü ortamını güçlendirerek. Demokrasinin kök salmasını sağlayarak. Yargıyı güçlendirerek. Demagojiyi kısarak. Azınlıklara saygı göstererek. Çoğunluğu ortak bir amaç arkasında toplayarak.
Özetle: Çağdaş ve uygar olarak.
Bir ülke nasıl kurutulur?
Alevi ve Kürtleri dışlayıp Sünni Türk hegemonyasını egemen kılarak. Türkiye’yi terörün en sık vurduğu ülkelerden biri haline getirerek. Rüşvet ve yolsuzluğu norm haline getirerek. Yargıyı kötürümleştirerek. Ahbap çavuş ekonomisi kurarak. En iyi eğitim sistemini getirmek yerine okulları dincileştirerek. Erdemi kovup sadakati getirerek. Komşu devletlerde rejim değişikliğine kalkışarak. Kabadayılık ve palavrayı dış politika sanarak. Hatadan dönmeyerek.
Özetle: AKP gibi olarak.
Kabakları suladıktan sonra diğer bitkilere geçiyorum. Suvarmak keyifli bir şey. Hem beni mutlu ediyor, hem bitkileri, hem suyu.
Kediyi bile. Limon, kuşların yalağını taze su ile doldurmamı bekleyip oradan içiyor.
İçmesi bitince hortumun ağzını daraltıp su fışkırtıyorum üstüne. Bunu yapacağımı bildiği için çoktan kaçmaya başladı ama üzerine biraz su serpmeyi beceriyorum.
Keyfimi yerine getiriyor bu.
Bir yerlerden ferahlatıcı bir esinti var. Ne olduğunu tespit edemediğim bir çiçek kokusu geliyor.
Doğada sessiz bir düzen var.
Hasan Cemal’e teselli: Tarih gürül gürül akan bir deredir, bazen Lincoln getirir, bazen Trump
Kapıyı kilitleyip gitsem ve hiç dönmesem düzenli su isteyen bitkiler ölecek ama onların yerine susuzluğa dayanıklı olanlar, Akdeniz’in yerli bitkileri çıkacak. Mersin. Çitlemit. Defne. Servi. Çam. Yedi ay susuz, kurumadan yaşayabilen adaçayı. Baharda küçük, kokulu çiçek açan zangalak. Yağmurlardan hemen sonra açmaya başlayan papatyalar, gelincikler, nergisler, laleler, kır çiçekleri. Daha bir sürü çiçek ve ağaç.
Hasan Cemal’e teselli olarak ne söyleyebileceğimi kararlaştırıyorum:
Tarih gürül gürül akan bir deredir, ne getireceği bilinmez. Bazen Abraham Lincoln getirir, bazen Donald Trump. Bazen Mihail Gorbaçov getirir, bazen Vladimir Putin. Bazen Mustafa Kemal, bazen Tayyip Erdoğan.
Türkiye 1923’ten bu yana, huzur içinde yoluna devam edecek yönetim felsefesini bulamadan, bir o yana bir bu yana savruluyor. Bir gün aşırı laik ve reformcu. Bir gün dinci ve gerici. Ve her zaman rüşvetçi, kuvvetler ayrılığına, hukuk devletine, azınlık haklarına, özgürlüklere saygısız, tarihinin gerçeklerine kör.
Erdoğan’ın, Türkiye’ye, bugüne kadar çektirdiklerinden çok daha fazlasını çektirmesi kaçınılmazdır.
Ama, belki her işte olduğu söylenen hayır burada da vardır. Belki bu acılar, dökülen kan, yitirilen itibar Erdoğan’ın ve AKP’nin kaçınılmaz sonunu getirdikten sonra Türkiye’nin doğru yolu bulmasına vesile olur.
Olmazsa?