Sıcak.
Ağustos böcekleri ötüyor, buzdolabının motoru çalışıyor.
Terliyorum. Ama kendi evimde terliyorum.
Buzdolabından soğuk bir şişe su çıkarıp bardağa doldurabilirim ve soğuk camı ara sıra yanağıma değdirerek suyu içebilirim. Soğuk karpuz dilimleyebilirim.
Üst kata çıkıp klimanın serinliğinde uyuyabilirim. Kalkınca çay yapabilirim, ekmek kızartıp üzerine bal sürüp yiyebilirim. Svetlana Alexievich’in kitabını okumaya devam edebilirim ve güneş pembe toz serperek ufukta batarken arabama binip çakıllı koyda yüzmeye gidebilirim.
Veya bütün bunlardan başka şeyler yaparım.
Hürüm.
Ama aklıma hapisteki arkadaşlarım, tanıdıklarım veya sadece yazılarından, konuşmalarından ve fotoğraflarından bildiklerim geliyor ve bu özgürlüğün üzerine kara bulutlar toplanıyor.
Herkesten önce, üniversiteden beri arkadaşım olan Şahin Alpay. Aynı gazetede çalıştığımız Musa Kart, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel. Yan yana gazetecilik yaptığım Ahmet Altan ve Mehmet Altan. Köşe yazılarındaki düşüncelerinden ve kibrinden tiksindiğim ama hiçbir zaman kötülüğünü, susturulmasını istemediğim Mümtaz’er Türköne. Ali Bulaç.
Hiç karşılaşmadığım ama saygı duyduğum Selahattin Demirtaş. Figen Yüksekdağ.
Bu sıcak günde, şu anda ne yapıyorlar?
İnsan her yere alışır. Bunu, dağ başında aç, sefil ve pireli geçen mücahitlik yıllarımdan biliyorum. İki yıl Erenköy’de Trodos Dağları’nın eteklerinde, Rum askerleriyle sarılı hapiste gibiydik. Ama hürdük.
Hapishane, Türk yönetim sisteminde neredeyse her zaman parlamento kadar önemli bir kurum oldu. Belki, daha önemli.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’nin hapishaneleri hiç boş kalmadı.
Türkiye, hiçbir zaman hukuk devleti olmadı.
Yargı, hiçbir zaman bağımsız olmadı.
“Kanunsuz suç ve ceza olmaz; herkes suçluluğu yargı önünde kanıtlanıncaya kadar masumdur,” gibi uygarlığın ana hukuk kuralları, Türkiye’de hiçbir zaman uygulanmadı.
Ve her zaman gazeteciler ve politikacılar hücrelerin baş müşterisi oldular.
Hapishanelerde yüzden fazla gazeteci olduğu, Türkiye’nin bu konuda, Çin’i bile arkada bıraktığı söyleniyor.
Bütün cumhuriyet tarihi boyunca – altı sene sonra yüz yıl olacak – Türkiye’nin vebası olan rüşvet ve yolsuzluktan kaç kişi kovuşturuldu, kaç kişi hüküm giydi? Kaç rüşvetçi kaç yıl hapis yattı yargıç önüne çıkmayı beklerken?
Bir isim söyleyin bana. Bir tek isim!
Yasalar rüşvetçileri korumakta, söz hürriyetini korumaktan daha titizdir.
Hapiste geçirdiğiniz günleri hatırlayın Sayın Erdoğan.
Sizi hapse kapatanlar, ne kadar amaçlarına ulaştıysa siz de başkalarını hapsederek o kadar amacınıza ulaşacaksınız.
Darbe girişiminde bulunanlar, can alanlar cezalandırılsın ama diğer on binlerce insan?
Hapishane, Türk yönetim sisteminde neredeyse her zaman parlamento kadar önemli bir kurum oldu. Belki, daha önemli.
Boş yere onlara, ailelerine, onları sevenlere eziyet ettirmekten vazgeçin.
Türkiye’nin huzura kavuşması, hapishanelerin dolmasına değil boşalmasına bağlıdır.
*
İşte böyle arkadaşlar.
Yüreğinize su serpmediğimi biliyorum. Türkiye’nin yüreklere serpilecek suyu kalmadı.
Ama düşünülmüyorsunuz sanmayın. Unutulmadınız, düşünülüyorsunuz, seviliyorsunuz ve sayılıyorsunuz.
Bir de benden duyun istedim.