Başarılı bir işadamı olan bir arkadaşım, deniz görmeyen bir köyün üst başında bir tepe satın alarak kendine ve üç oğluna birer ev yaptırdı.
O köyde yaşayacak, oğulları da istedikleri zaman gelip kalacaklardı. Ofisini arazinin alt bölümündeki binaya taşıdı. Orada emektar sekreteri ile çalışıyor, müdürleri çağrıldıkları zaman gelip gidiyorlardı.
Mütevazı büyüklükte olan binalar, tepede çıkan ateş turuncusu taş kullanılarak yapıldığı için uzaktan neredeyse görünmüyorlardı.
Binaların çevresine servi ve çam, aralarındaki toprağa meyve ağaçları diktirdi ve bir bostan başlattı.
Eşi genç yaşta kanserden öldüğünden beri yalnız yaşıyordu. Ona ve bahçelerine birkaç Filipinli bakıyordu. Yaşı seksene yaklaşmış olmasına rağmen çalışmaya devam ediyor, sürekli kendini emekliye ayırmaktan bahsediyordu, ama ölüm onu alıncaya kadar çalışacağını o da, ben de biliyorduk.
Zaman zaman beni yemeğe davet ettiğinde, şarap içip uzun uzun sohbet ederdik. O gecelerde evime dönmek yerine oğulları için yaptırdığı evlerden birinde kalırdım.
Gene öyle gecelerin birinde, hoş kokulu bir sabah, erkenden uyanıp balkona çıktım. İlkbahardı. Sessizlik hâkimdi.
Vadide köy, karşı dağın başındaki eski manastır ve kilisesi güneş içindeydi. Burnuma gül kokusu geldi. Nerede diye bakarken korkuluğa dayamak istediğim elime diken batınca, balkona bir sarmaşık gülünün sarılı olduğunu gördüm. Üzerinde ovaya salınmış kuzular gibi beyazın beyazı küçük güller vardı.
Kahvaltıda arkadaşımdan izin alarak gülünden birkaç çelik aldım. Dönünce çelikleri evimin güneye bakan bahçe duvarının dibine diktim. Hiç budamadım. Yeri beğenmiş olacak ki süratle büyüdü. Evvela duvara tırmanıp sokağa sarktı, sonra hemen yanındaki servinin dalları arasına girdi. Geçen zaman içinde serviden turunç ağacının tepesine atladı ve jakarandaya doğru yol almaya başladı.
Sonra bir başka serviye ve servinin altında büyüyen mandalinaya, oradan da incir ağacına uzanır ve bahçeyi boydan boya kaplar mı?
Gül bu sorunun cevabını biliyor ama o bilgi bana kapalı.
Bu sabah penceremden beyaz çiçekleri ve açmaya hazırlanan tomurcukları seyredip içim açılır ve açıla açıla sarmaşık gül gibi uzarken bunu düşündüm.
Bu bahçede çıkan çayır, çimen, çiçek, mantar, yosun, çalı, ağaç hiçbir bitkinin bana ihtiyacı yok. Büyümek ve çoğalmak için ne yapmaları gerekiyorsa kendiliklerinden yapıyorlar. Muhtaç oldukları bilgi içlerinde mevcut ve su ve ısıyla, günlerin uzunluğu ve kısalığıyla benim hiçbir zaman iç içe olamayacağım bir yakınlıkları var.
Sahip oldukları bilgileri tohumlarına yüklüyorlar ve doğaya salıveriyorlar.
Bir gün başka bir yerde yaşamaya başlasam ve buraya dönme imkânım olmasa kış yağmurlu mu kurak mı geçti diye hep merak edeceğim.
Ama buradaki ağaçlar ve çiçekler, çayırlar ve çimenler, her gün yürüyerek açtığım patikalardan ayaklarımın izi silinmeye başlarken bir daha dönüp dönmeyeceğimi merak edecekler mi?