Heimat, Edgar Reits’in yazıp yönettiği upuzun bir televizyon dizisidir.
Almanya’da 1984’te gösterime girmiş ve bir süre sonra o zamanlar tekel olan TRT’nin ekranlarında boy göstermişti.
O yıllarda, Ankara’dan İstanbul’a yeni taşınmış ve – o zaman da bugün olduğu gibi iyi bir televizyon izleyicisi değildim – dizinin birkaç bölümünü izlemiştim.
Dizifilm, Almanya’nın Ren kıyılarındaki Hunsrück bölgesindeki küçük bir köyde yaşayan Simon Ailesi’nin ve onun çevrelerindeki kişilerin Almanya tarihinin en sarsıntılı dönemindeki hayat yolculuğunu anlatıyordu.
"Gün gelip AKP’nin hükümranlığı sona erip çeşmesinden akan su kuruyunca, kaç türbanlı kadın, kaç Erdoğancı, kaç hızlı AKP’li medyatör kalacak?"
Öykü, 1919’da, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde, ailenin erkek evlatlarından birinin terhis olduktan sonra, yürüyerek köye döndüğü gün başlıyor. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hızla kalkınmaya başlamasıyla sona eriyor.
Çok az bir kısmını izlemiş olmama rağmen Heimat (Almanca “vatan” demektir) aklımdan çıkmadı. Amazon’da satıldığını görünce hemen ısmarladım ve gelince hemen izledim.
Aradan 30 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen , bütün kaliteli yapıtlar gibi, dizi eskimemiş ve ilginçliğini yitirmemişti. İzlemesi zevkli oldu.
Filmi ilginç yapan özelliklerinden biri, Hitler faşizminin öncesini ve sonrasını yaşarken, Edgar Reits’in hikâyeyi, akıllıca Schabbach (“Şabbah,” okunuyor) köyünde tutması ve Simon Ailesi’nin öyküsünden uzaklaştırmamasıdır.
Dünyayı sarsan faşist diktatörlük, savaşlar, soykırımlar, enflasyonlar, yıkım ve yeniden doğuş başka yerlerde oluyor.
Gençler savaşa gidiyor ve kimisi dönüyor kimisi dönmüyor, ama savaşı görmüyoruz.
Savaş, Schabbach’a da geliyor, ama fırtınanın bir yeri yerle bir ederken bir başka yerde çiselemesi gibi.
Dizinin bir bölümü bana bugünün Türkiyesi’ni ve bugünün Türkiyesi’nde yarın ne olabileceğini düşündürdü.
Hitler ve Naziliğin iktidara geleceği kesinleşince Schabbach da Nazileşti.
Köyün zengini ve oğlu, yeni düzenden yararlanmak için alelacele Nazi kervanına katıldı, diğer köylüleri de sürüye katma görevini üstlendi.
Schabbach, Nazi üniforması giyenlerle doldu.
Korolar milliyetçi şarkılar söyler, çocuklar Nazi elbiseleri içinde kaz adımlarıyla yürüyüş talimi yapar oldular.
Gençler askere çağırıldı.
Savaş yaşamış olan ailenin yaşlı anası “bunun karşılığını ödeyeceğiz,” dediyse de kimse onu dinlemedi.
Rejime karşı gelenler, komünistler, entelektüeller, muhalif gazeteciler, bir daha dönmemek üzere evlerinden götürüldüler. Yahudiler, toplama kamplarında ve gaz odalarında yok edildi. Yargı, yönetimin uzantısı haline getirildi. Yolsuzluk başını alıp gitti.
Gençler savaşa gidiyor ve kimisi dönüyor kimisi dönmüyor, ama savaşı görmüyoruz
Hitler, intihar edip Almanya teslim olunca Schabbach, çarçabuk Nazi üniformasını çıkardı, Hitler fotoğraflarını ve bayraklarını yok etti.
Köyün zengini, bu defa hızlı Hristiyan Demokrat oldu. Herkes kalkınan Almanya’dan pay kapmak için pozisyon almaya başladı.
Ölen öldü, kalan kaldı.
Gün gelip AKP’nin hükümranlığı sona erip çeşmesinden akan su kuruyunca, kaç türbanlı kadın, kaç Erdoğancı, kaç hızlı AKP’li medyatör kalacak?
*
Japonların dediği gibi “Dağları ve ormanları yerinden oynatabilirsiniz, ama insanın doğasını yerinden kıpırdatamazsınız.”
Her şey, ne kadar uzaklaşsa da, sonunda aslına döner.