"Geçmiş yabancı bir ülkedir. Orada her şeyi değişik yaparlar.”
Bu sözler İngiliz romancı L. P. Hartley’e (1895-1972) ait.
O “yabancı” ülkelerden biri eski Yunan’dı ve orada değişik olan şeylerden biri insanın kendi canını almasıyla ile ilgili anlayıştı.
Tek tanrılı dinler suç ve günah sayılan şeylerin sayısını muazzam bir biçimde çoğalttı. İntiharı da bunların arasına kattı. Türkiye dahil birçok ülkede intihar hem suç hem günahtır.
Suç ve günah konseptlerinin farklı, bu sınıfa giren hallerin çok daha az olduğu eski Yunan’da ise insan kendi canını almakta hürdü.
Hatta bu özgürlük Stoacı felsefenin temel prensiplerinden biriydi. Onlara göre ölüm hayatın çekilmez hale gelmesi durumunda yönelinebilecek bir kapıydı.
Bu felsefenin ünlü simalarından biri olan Epictetus (M.S.55 – 135 ) bu düşünceyi şöyle açıklıyordu: “(Hayat çekilmez bir hal aldıysa) Kapının açık olduğunu unutma. Çocuklardan daha korkak olma. Nasıl onlar sıkıldıklarında, ‘Oyuna devam etmeyeceğim,’ derlerse, sen de hayat çekilmez bir hal alırsa, ‘Oyuna devam etmeyeceğim’ de ve ayrıl; ama, kalacağım dersen sızlanmayı bırak.”
İlk bakışta öyle görünmeyebilir, ama Epictetus’un amacı insanları ölüme özendirmek değildi, hayatı figan etmeden yaşamak için yüreklendirmekti.
Stoacıların amaçladıkları şeylerden biri hayatın nasıl yaşanması gerektiğini öğretmekti. Ölümün nasıl ölünmesi gerektiğini değil. Ama ölüm hayatın bir parçasıydı. Nasıl yaşanacağını bilmek gibi nasıl ölüneceğini de bilmek gerekirdi.
Mutluluk doğayla uyumlu, basit ve dürüst bir hayat yaşamaktan geliyordu. Erdemle mutluluk aynı şeydi. İyi yaşmak için ölçülü olmak, aşırıya kaçmamak gerekiyordu.
*
Direksiyonu tutan ellerim buz gibi. Hava çok soğudu.
Ev yolunda ovadan dağa yükselmeye başlayınca sulusepkenle karşılaştım. Dağda kara dönüştü. Sahile inerken yağmur oldu, sahilde dindi. Bulut, kağıt dağıtan krupiye gibi, her yere farklı bir şey atıyordu.
Aklıma Epictetus’un başka sözleri geldi:
"Eğer oda bir dereceye kadar dumanlıysa, kalacağım. Eğer oda dumana boğulursa, ayrılacağım. Bunu hatırla. Hiç unutma: Kapı her zaman açık.”
Hayatı dırdır etmeden yaşamak kolay mı? Olanla yetinmek? Hep dürüst olmak? Feylesof gibi yaşamak? Ve ölmek?
Stoacıların pirlerinden Seneca (M.Ö. 4- M.S. 65) Stoacı gibi öğüt vermiş ama ne Stoacı gibi yaşamış ne de Stoacı gibi ölmüştü. Nero’nun çocukluğunda lalası, imparator olunca başyardımcısı idi ve çağının belki de en zengin insanıydı. İki yüzlü biri olarak biliniyordu. Ne basit bir hayat yaşamış ne de, ölümü gelince, iyi bir Stoacı gibi kaderine boyun eğmesini bilmişti.
Şimdi, Stoacı olmak dışında başkalarına önerdiklerini kendi yapmama şampiyonu olmakla tanınıyor.
İnsanın gerçek anlamda sahip olduğu tek şey hayatıdır.
Onları hayata bağlayan çok az şey olduğunu sanabileceğiniz insanlar bile inatla, can bedeni kendi isteğiyle terk edinceye kadar, yaşamaya devam ederler.
Bir arkadaşımın dediği gibi “Can insanın en son vazgeçebileceği şeydir.
Kendi eliyle dünyayı terk etmek... Bu ise belki de bir insanın karşılaşacağı en büyük test.
Ruh belki vücudun ölmesini kabul eder ama vücut her hücresiyle yok olmaya karşı durur.
Çünkü, (İnsanın) Ruhu görmüş geçirmiştir, Ruhu çok profesyoneldir. Vücuduysa ebediyen amatör kalır. Kendi zevkleri ve acılarıyla kör, Dener ama tutturamaz, sersemler, hiçbir şey öğrenmez,
Sonbaharda incirlerin öldüğü gibi ölecek, Buruş buruş, kendiyle dolu ve tatlı, Yapraklar toprakta kurur, Çıplak dallar, her şey için zamanın bulunduğu yeri işaret ederken.*
*Yehuda Amichai: A Man Doesn't Have Time In His Life