İrfan’dan mektup
Seninle konuştuktan birkaç gün sonra yüksek ateşle (40,5) hastaneye gittim. Zatürre teşhisi ile 15 gün hastanede yattım. İki gün evvel taburcu oldum. Antibiyotiklere devam ediyor, evde dinleniyorum. Bağışıklık sistemi bozulunca böyle olurmuş. Neyse gene yırttık. Şimdi kemoterapinin terkibini azaltacaklar. Gelişmelerden seni haberdar ederim.
Ben de senin gibiyim. Hastanede kimseyi yanımda istemedim. Yalnız kaldığım zaman daha çabuk düzeleceğime inanıyorum ve nitekim öyle oluyor. By-pass’ımda da kimseye haber vermeden hastaneye yatmıştım. İnsanların neden sonra haberleri olmuştu.
Şu anda çok iyiyim. Pazartesi ve salı günü kontrollerim var. Zatürreden yırttım, lenfomadan da yırtacağım. Bu bir süreç. Hiç ciddiye almıyorum.
İnançlı olmanın çok faydasını görüyorum. İnan ki bu rahatsızlığım bile bana gizli bir haz veriyor. İnanıyorum ki yaratanın izni olmadan yaprak dahi yere düşmüyor. Şu âlemde bilemediğimiz ne çok şey var...
Bu işin de, onun izniyle, altından kalkacağım.
Seni çok özledim. Bu hafta kontrollerim bitsin, seni haberdar edeceğim.
İrfan’a cevabım
Bu sabah altıda uyandım. Güneş odama yeni giriyordu ve Pazar sabahlarına has o sessizlik vardı. Kediye mamasını verdim. Çay fincanı elimde bahçeye çıktım.
Güneşin ağaçlara, yapraklara vuruşunu, onlara verdiği parlaklığı anlatacak kelimeler arıyorum epey zamandır ama bulamıyorum. Yalnızca hissedilen ama görülmesi mümkün olmayan şeyler olduğu gibi görülen ama tarif edilmesi mümkün olmayan şeyler de var... Bıkılması, mucizevi olarak algılanmaması mümkün olmayan şeyler.
Her zaman olduğu gibi, gökyüzüne bir şükür yolladım, alıcısı olsa da olmasa da.
Biber ağacının çiçeklerinde yüzlerce arı vızıldıyordu. Altına oturdum ve çayımı yudumladım.
Yapmak isteyip yapamadığım şeyler, gitmek isteyip gidemediğim yerler, birlikte olmak isteyip olamadığım insanlar var. Bunlara duyduğum istek tarafından çimdiklenip dursam da, çoğu zaman huzurluyum.
Yokluğun da varlık kadar hayatımın bir parçası olduğunu içime sindirdim: Sevmek için sahip olmak gerekmez.
Yakın uzaklardan bir tüfek sesi. Çocuklara kuşsuz bir dünya bırakmak için güneş doğmadan kendini dışarı atan birinin çıkardığı bir ses. Bir adam olmalı, çünkü kadın avcı yok.
Her şeyi olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim.
Dünya ne ise odur. Kuş. Avcı. Tüfek. Ölüm. Sessizlik.
Ben de senin gibi inançlıyım fakat inançlarımız değişik. Ama bu önemli değil: Sonunda bütün inançların duyulduğu şey aynıdır.
Bu işi de yırtacaksın. Geceleri hududunda çakalların çığlık attığı bahçendeki çardağın altına oturacağız. Köpeklerin çevremizde dolanacak. Acı biberli makarna yiyip şarap içerek kadınları çekiştireceğiz.