“Bana Nyagradha ağacının meyvesini getir” der Udlaka, oğlu Svetaketu’ya.
“Kır onu. Ne görüyorsun?”
“Tohumlarını, neredeyse görünmeyecek denli küçük tohumları,” diye yanıtlar Svetaketu.
“İçlerinden birini kır. Şimdi ne görüyorsun?”
“Hiçbir şey.”
“İşte o gördüğün, bu ağacın özüdür.”*
Hiç yani, demek ister Udlaka.
Sadece ağacın değil her şeyin özü odur, her şey “hiç”tir.
*
Atom veya zerre, bilinen evrenin en küçük yapıtaşıdır.
Atom eski Yunanca’da “bölünmez” anlamına gelir.
Gözle görülmesi imkansızdır, sadece özel mikroskoplarla görülebilir.
Böyle bir mikroskopla bakıldığında, bir atomda, çekirdek ve çekirdeği saran bir bulut, başka parçacıkların meydana getirdiği bir bulut görülür.
Demek ki atom sözcüğü her ne kadar “daha küçük parçacıklara bölünemeyen” gibi bir anlam taşısa ve Eski Yunan’dan yakın zamanlara kadar böyle bilinse de, öyle değildir.
Çağdaş bilimde atom “atomaltı parçacıkların birleşimi” olarak tanımlanır. **
Birbirinin çevresinde titreşen, bu parçacıkların altında başka parçacıklar, onların altında başka parçacıklar olabilir mi?
Bilindiği kadarıyla kâinattaki her şeyin hammaddesi aynıdır.
Sizi veya kendimi özel bir mikroskobun altına koysam en sonunda göreceğim şey atom altı parçacıkların dansı olur.
Sadece sizi ve kendimi değil... Yerden bir taş, çalıya takılan bir tutam koyun yünü, kuştan düşen bir kanat alsam, veya bir çiçek veya yaprak koparsam ve mikroskobun altında incelesem, hepsinde aynı şeyi göreceğim: Bir çekirdek ve çekirdeği saran bir bulut, başka parçacıkların meydana getirdiği bir bulut.
Bütün evrende şekiller değişik ama öz aynı.
*
Yıllarca önceydi. Akşam yemeği bitmiş, çocuklar yukarı odalarına çıkmıştı.
Kuzguncuk’taki evimin mutfağında tabureye oturmuş rüzgarın cama serpiştirdiği yağmurun sesini dinliyordum.
Karım, o zaman eşim olan kadın, o gün Claudia’yla konuştuğunu söyledi. Claudia 93 yaşında idi. Bir süre önce, Münih yakınlarında, artık tek başına yaşayamayacak kadar güçsüzleşmiş insanların kaldığı bir eve taşınmıştı.
Zamanı gelmişti. Ölüm gelip onu başka bir yere götürecekti. Vücudu kasım ayında palamutlarını döken meşe gibi ruhunu dökecekti.
“Ne dedi?” diye sordum.
“Yeni bir dönemece varmış. Her an ölümü düşünmüyormuş ama hazırlık yapması gerekiyormuş. İnsan New York’a giderken bile hazırlık yapmaz mıymış.”
Bir süre sustu. Sonra Claudia’nın ona bir egzersiz öğrettiğini anlattı.
“Bir mum yak. Işığına bakarak Ich Bin Nichts,” de,” dedi.
Yemek masasının üstünde yanan muma baktım. Gözlerimi kısıp daha dikkatli bakınca alevin etrafında bir hale oluşuyordu. Atom çekirdeğinin etrafında, atomdan küçük parçacıkların içinde döndüğü bulutu andıran.
Ich Bin Nichts.
Ben bir hiçim.
Karım bir süre düşündü ve ekledi; “Hiç olduğunu anlayınca etrafındaki her şeyin de hiç olduğunu anlıyorsun.”
Ben bir hiçim.
Bunu bilmiyor muydum?
Yemek masasının üstüne sarkan zayıf mutfak ışığının altında duran karımı profilden görüyordum. O an, bulunduğu yere ait değilmiş gibi geldi bana. Oradaydı, ama geçici olarak...
Görevlendirildiği işi bitirinceye kadar... Sonra, bir daha dönmemek üzere esas ait olduğu yere, gerçek evinde dönecekti.
Sanki o da aynı şeyi düşünüyordu.
*(Upanişad’lardan) Aslı Erdoğan / Bir Kez Daha / Everest Yayınları
**Atomla ilgili teknik bilgiler Wikipedia’dandır.