Bana soracak olursanız – sormayacak olursanız da söyleyeceğim galiba – bir insanın hayatındaki en önemli şey mesleğidir.
Her şey ve herkes gelip geçer – aşklar sona erer, evlilikler aşınır, çocuklar büyüyüp gider, arkadaşlar yabancılaşır. Ama meslek kalır.
Meslek, insan hayatının orta direğidir.
Bu nedenle insan, sevdiği bir işi meslek edinmelidir.
Sevilmeyen iş meslek değil yük, dolgu maddesidir. Sevilen iş ise uğraş değil zevktir.
Sevilmeyen iş meslek değil yük, dolgu maddesidir. Sevilen iş ise uğraş değil zevktir.
Her çocuğun bir eğilimi var. Anne-babanın en önemli görevlerinden biri, o eğilimi görmek ve çocuğu o yöne doğru özendirmek, yüreklendirmek, desteklemektir.
O eğilim, bir yolu işaret eder. O yol, hayatın çocuk için seçtiği yoldur. Yeryüzündeki doğru yerine yönlendirilmesidir.
Bu yolda yürümek zenginlik veya şöhret getirmeyebilir. Ama zaten yolculuğun amacı, şöhret veya zenginlik değildir.
İnsanın içindeki potansiyeli iyi kullanmasının yarattığı sevinç ve mutluluktur.
Şöhret ve zenginlik, nimet olduğu gibi yüktür.
İnsanlığın kurduğu para düzeninden en çok zarar gören çocuklardır.
Avlama ve toplamanın terk edilmesi ve yerleşik düzene geçilmesiyle başladı bu. Endüstri Devrimi’nden başlayarak çığırından çıktı. Aile kurumu çatırdamaya başladı. Kadın çalışmak için evinden çıkartıldı ve çocukların sahipsiz kalma dönemi açıldı. Endüstri İhtilali’nin başladığı İngiltere’de çocuklar bile madenlerde, fabrikalarda işçi oldu.
İnsan, avlayarak ve toplayarak küçük gruplar halinde yaşarken çocuk sürekli annesiyle beraberdi. Onun sıcaklığını teninde hissederek büyüyordu. Hiçbir zaman yalnız değildi. Diğer çocuklarla oynuyor, yetişkinler tarafından avcılığa ve toplayıcılığa hazırlanıyordu.
Büyüklerle beraber ateşin çevresinde dans ediyor, şarkı söylüyordu. Anne-babasına sokularak uyuyordu.
Herkes, hemen hemen her zaman, bir aradaydı.
İnsanın bu doğal düzeni, ücra yerlerde yaşayan birkaç kabile dışında, artık hiçbir yerde uygulanmıyor.
İnsan mutsuzluğunun en büyük nedenlerinden biri, belki de en büyük nedeni, bu düzenin yok olmasıdır.
Çocuklar, özellikle Batı’da, ama artık hemen hemen her yerde, büyük oranda terk edilmiş ve sahipsizdirler.
Beraberliğin yerini yalnızlık, ortak şenliğin yerini depresyon aldı.
İnsanlığın kurduğu para düzeninden en çok zarar gören çocuklardır
Anne-babalık, o kadar unutuldu ki çocuklar sütannelere verildi. “Anne sütü iyi gelmez” yalanına kanıldı ve çocuklar yapay mamalarla büyütüldü.
Bebekleri ağlatarak yalnız uyumaya alıştırmanın işkence olduğu unutuldu, marifet olduğu sanıldı.
Çocuk yetiştirmek, artık çok az anne-babanın bildiği bir beceridir.
Çocukluk, çok az insanın ondan sakatlanmadan kurtulabildiği bir hastalık haline geldi.
Yeni başladığım bir kitapta* adam, eşini ve doğan ilk çocuğunu hastanede ziyarete gidiyor.
“Onu tutabilir miyim?” diye soruyor.
Anne, çocuğunu babasına doğru kaldırıyor. “Boynuna dikkat et,” diyor. “Çok yumuşak. Desteklemen gerek.”
“Böyle mi?” diye soruyor adam, ellerini çocuğun belini ve başını desteklemek için kullanarak.
“Onun gibi,” diyor eşi. “Ben de tam bilmiyorum.”
“Ahh,” diyor adam. “Bunu ruhsatsız yapmamıza nasıl izin veriyorlar? Ruhsatsız köpek veya televizyon sahibi bile olunmuyor.”
*
Nasıl fark edilir çocuğun eğilimi?
Onu çok severek. Çocuğunuzu ne kadar çok severseniz size o kadar çok şey gösterir.
*Mother’s Milk, Edward St Aubyn