Amazon yağmur ormanlarının en ücra köşelerinden birinde yaşayan Pirahãlar'ı ilk gördüğünde Daniel Everett’i en çok şaşırtan, ne kadar güler yüzlü ve hayatlarından memnun göründükleri oldu.
Everett misyonerdi. Pirahãca öğrenecek ve İncil’in havariler tarafından yazılan bölümlerinden birini, avlayarak ve toplayarak yaşam süren bu insanların diline çevirecekti.
Tanrı kendi oğlunu, İsa’yı, insanların selameti için dünyaya yollamıştı, o da çarmıhta can vererek insanları kurtarma uğruna en büyük fedakârlığı yapmıştı. Pirahãlar bu öyküyü kendi dillerinde okuyunca selamete kavuşmak için Hristiyan olacaklardı.
Pirahãların ne dini ne tanrısı vardı. En büyük özellikleri günü yaşamalarıydı. Geçmiş ve gelecek, hesaplarında yer almıyordu. Sadece gördükleri şeylere inanıyorlardı. Bazen de başkalarının anlattıklarına, ama anlatanın anlattığı şeyleri kişisel olarak yaşamış olması koşuluyla.
Everett, Havariler’den bir bölümü çevirdikten sonra Piiohatai adlı bir yerliye okutup banda aldı. Küçük bir teyip alıp komşularına dinletti. Anladınız mı, diye sorduğunda, anladık cevabını aldı. Anladıklarını kanıtlamak için dinlediklerini özetlediler.
Everett amacına ulaşmaya yaklaştığını düşünerek sevindi. Ta ki Pirahãlardan biri soruncaya kadar:
"Hey, Dan, teypte konuşan kim? Piiohatai’ye benziyor."
"Piiohatai’dir," diye cevapladı Everett.
"Ama o İsa’yı hiç görmedi ki. Bize İsa’yı tanımadığını ve İsa’yı istemediğini söyledi."
Bir başka gün Pirahãlar sordu:
"Hey Dan, İsa nasıl biri? Bizim gibi siyah mı, yoksa senin gibi beyaz mı?"
"Doğrusu, onu görmedim. Çok zaman önce yaşadı. Ama dediklerini biliyorum."
"Anlat Dan. Onu hiç görmedinse ve dinlemedinse ne dediğini nereden biliyorsun?"
Everett’i seviyorlardı. Köylerinde kalabilirdi. Ama İsa’yı anlatmaktan vazgeçmeliydi. İsa misa istemiyorlardı ne de Amerikalılar gibi yaşamak.
Pirahãlar değişik bir dünya görüşü aramıyorlardı. Yöneticisiz yürüyen düzenleri mükemmeldi ve onları mutlu ediyordu. Çocuklar ve kadınlar dâhil herkes eşit ve hürdü. Seks herkes için serbestti. Paylaşım esastı. Çocuklar dört yaşına kadar emziriliyor, memeden kesildikten sonra toplum hayatına katılıyorlardı.
Yaşamlarından memnundurlar. Ne yukarıda bir cennet ne de aşağıda bir cehennem olduğuna inanıyorlardı. Her şeyi olduğu gibi kabul ediyorlardı. Ölüm korkuları yoktu. İnançları kendilerineydi. Değerleri arasında "günah" diye bir şey yoktu. Neden arınacaklardı?
Sadece güne, o anda yaşanana yoğunlaşmaları, başka yerlerde yaşayan insanların hayatını zehirleyen gelecek korkusundan ve sayısız diğer endişeden yoksun olmalarını sağlıyordu.
Değerleri arasında "Gerçeği aramak" gibi afaki bir konsept de yoktu. "Pirahãlar için gerçek; balık yakalamak, kanoda kürek çekmek, çocuklarıyla gülüp oynamak, kardeşini sevmek ve sıtmadan ölmektir," diye yazdı Everett kitabında.*
Everett, Pirahãların yanına 1977’de gitti ve kısa birkaç ara dışında otuz yıl onların ırmak kenarındaki köylerinde, damında zehirli yılanların barındığı bir kulübede yaşadı.
Ve yavaş yavaş şu gerçekle barışmak zorunda kaldı: Pirahãlar kayıp değildiler ve kurtarıcıya ihtiyaçları yoktu.
Mutlu ve hayatından memnun insanların selamete ulaşmaları için İsa’yı kucaklamaları gerektiğine ikna etmek imkânsızdı.
Hayatı geldiği gibi yaşamak, boşu boşuna ulaşılması mümkün olmayan Gerçek ve Tanrı gibi şeyleri aramaktan iyi idi.
Ve bunun farkında olmak Pirahãları ilkel değil, bizden sofistike yapıyordu.
Bunları düşünerek Everett inancını kaybetti. Pirahãları Hristiyanlaştırmak için gittiği yerde onlar onu kendi inançsızlıklarına ikna ettiler. Katolik olarak geldiği köyden ateist olarak ayrıldı.
* Daniel Everett/ Don’t Sleep, There are Snakes (Uyuma, Yılan Var)/ Türkçesi Yok.