"Fikrini değiştiremeyenler hiçbir şeyi değiştiremez," sözünü İngilizlerin efsanevi Başbakanı Winston Churchill (1874-1965) söyledi, ama herhalde KKTC Başbakanı Ersin Tatar gibileri için değil.
Tatar sadece fikrini değiştirmekle kalmadı.
Sözünün eri de olamadı. Türkiye’yi de, el sıkışıp ortak olduğu Kudret Özersay’ı da ve başbakanlığı sıradan bir mevkii olmaktan çıkaracağını umanları da yarı yolda bıraktı.
Pek onurlu bir durum değil.
Konuyu bilmeyenler için olayın geçmişini özetlemek istiyorum:
Tatar ile Özersay sekiz ay kadar önce koalisyon kurmak için anlaşmaya vardılar.
Tatar KKTC’nin en büyük (ve en kokuşmuş) siyasi kuruluşu olan Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) başkanıdır.
Özersay ise siyasette yeni Halkın Partisi’nin (HP) lideridir. HP ilk defa seçime girmiş ve yarıştan üçüncü çıkmış liberal (ve temiz) bir partidir.
Anlaşmaya göre Özersay çoğunluğu olmayan UPB’nin hükûmet olması için Meclis’te destek sağlayacak, karşılığında UBP önümüzdeki Nisan’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Özersay’ı destekleyecekti.
Ankara bu ortaklığı teşvik etti.
Kalburüstü bir ailenin çocuğu olan Tatar’ın en güçlü yönü, ekonomiden anlaması ve adının rüşvet ve yolsuzluğa karışmamış olması idi.
Özersay ise Kıbrıs sorunu konusunda uzmandı ve elli yıldır sonuçsuz devam eden müzakerelerin kilidini açabilecek yeni fikirlere sahipti.
Tatar, başbakan olarak ekonomide reform yapıp UBP’yi gırtlağına kadar battığı yolsuzluk batağından çıkarmaya çabalarken Özersay, cumhurbaşkanı olarak Kıbrıs sorununu çözmeye çalışacaktı.
Bir ekonomik paket hazırlandı ve Ankara yeni koalisyonu desteklemek için kesenin ağzını açtı.
Ancak Tatar kalıbının adamı çıkmadı. Ekonominin "e"sine dokunmadı. Vaktini partililerle telefonda konuşarak veya delege kabul ederek ve davetlere giderek geçirdi. Türkiye’den gelen parayı dağıtmaktan başka bir şey yapmadı.
Onu iyi tanıyan birinin sözleriyle "Başbakanlığı beğendi ama başbakan gibi çalışmak hoşuna gitmedi."
Partinin kodamanları yeni koalisyon kurulurken çıkarları yeterince korunmadığı için Tatar’ı alaşağı etmek ve ortaklığı yıkmak üzere tuzak kurdular: Tatar’ın yaptığı anlaşmaya uymayacaklar, Özersay’ın cumhurbaşkanı adaylığını desteklemeyeceklerdi. İlçe başkanlarını da arkalarına alıp onu köşeye sıkıştırdılar.
Ve ona şunu deklare ettiler: UBP kendi cumhurbaşkanı adayını gösterecek ve bu aday sen olacaksın.
Amaçları Tatar’ı onurlandırmak değil, onu elimine etmekti: Cumhurbaşkanı seçilirse -ki bu uzak bir olasılıktır- Tatar başbakanlığı ve parti başkanlığını bırakmak zorunda kalacaktı. Seçilemezse, ağır prestij kaybına uğrayacağı için parti başkanlığından devrilmesi kolay olacaktı.
Tatar, kodamanlara "Eğer bu anlaşmayı yapmasaydım UBP dört sene muhalefette kalacaktı," diyemedi. Boyun eğmeyi doğru olanı yapmaya tercih etti.
"Özersay’a ve Ankara’ya verdiği sözden dönmek daha kolay geldi," dedi onu iyi tanıyan bir gözlemci.
"Cumhurbaşkanı seçilir ayaklarımı uzatıp keyfime bakarım," diye düşündü.
Sorun şu ki; Tatar Kıbrıs sorununa vakıf değil ve olmadığını hem kendisi hem de herkes biliyor. Şimdi anlıyoruz ki ekonomiden de anlamıyor. Bildiği tek şey, kendinden önce gelen diğerleri gibi Ankara’da para dilenmek ve gelen parayı dağıtmak.
Ama Ankara enayi olmadığı için kesenin ağzını düğümledi ve birçok acil altyapı projesi yarım kaldı.
Ve KKTC kurtarılmış bir yer olmaktan çıkıp sömürge olmaya bir adım daha yaklaştı.