Bir gece. Alt kattaki banyonun ışığını açınca lavabonun karınca kaynadığını görüyorum.
Çoğu kanatlı.
Lavabonun, musluğun üzerinde, sabahlıklarının içinde hastane koridorlarını arşınlayan ameliyatlı hastalar gibi, yavaş ve şaşkın dolaşıp duruyorlar. Bir şey kaybetmiş de dikkatle onu arıyor gibiler.
Odadan kaçacak bir yer bulamadıkları için mi kendi etraflarında dönüyorlar?
Nereden gelmiş olabilirler?
Her tarafa bakıyorum ama bir delik bulamıyorum. Sokağa bakan pencereyi açıyorum. Odadan bir çıkış olduğunu fark edip uçup giderler, belki. Işığı kapatıp çıkıyorum.
Bir saat kadar sonra döndüğümde karıncaların azalmış olduğunu görüyorum.
İki saat sonra lavabonun beyazında, dermansız dolaşan birkaç karınca kaldı.
Geceleyin yatmadan önce banyoyu son defa denetliyorum, hiç karınca yok.
*
Bir başkasıyla birlikte olmak yalnızlık isteğiyle geliyor, yalnızlık bir başkasıyla birlikte olma isteğiyle
Tek başına yaşamanın iyi yanlarından biri bu.
Bir başkasıyla uyumlu yaşama zorunluğu olmayınca, insan saatlerce karıncaları izleyebilir veya biber ağacının altında arıların vızıltısını dinleyerek düşünebilir.
Ama bu da tatminkâr bir durum değildi.
Bir başkasıyla birlikte olmak yalnızlık isteğiyle geliyor, yalnızlık bir başkasıyla birlikte olma isteğiyle.
Kavuşmak da, kavuşmamak da eksik.
“Fanusta kendini kovalayan balık gibi, yalnız olma isteği ile birliktelik isteği birbirini kovalıyor. Bazen biri tam, bazen diğeri. Çözümlenmesi imkânsız bir çelişki. Tam ve mükemmel olmak ender anlara ait. Ne yaparsam yapayım yarım kalacağım.”
Ertesi gece banyoda yine pek çok kanatlı karınca görüyorum. Gene araştırıyorum ve nereden çıktıklarını gene bulamıyorum.
Bu o kadar da umurumda değil. Karıncaların uçuşa evimde hazırlanmalarından şikâyetçi değilim. Hatta memnunum.
Gene pencereyi açıyorum ve gidiyorlar.
Kanatlı karıncalar erkektir. Uçuşa geçen kraliçe karıncayı yakalayıp onunla çiftleşmek için kanat çıkarırlar.
En güçlünün kazanması bunda da geçerli: İçlerinden sadece biri veya ikisi kraliçeye yetişecek ve onunla sevişecek.
Döllenen dişi uygun bulduğu bir yerde toprağa konacak ve bir delik açmaya başlayacak. Kendini güvende hissedecek kadar derine inince yumurtlayacak ve yeni bir karınca toplumunu başlatacak. Hayatının geri kalanını hiç dışarı çıkmadan, yer altında geçirecek.
Günde yirmi dört saat kendinle yaşıyorsun da kendini ne kadar tanıyorsun?
Erkek karıncalar ise, çiftleşsinler veya çiftleşmesinler bir- iki gün içinde ölecekler.
Gel zaman git zaman, yeni yuvadaki karıncalar da kanat çıkaracak, sonsuz yaşama-ölme çarkı dönmeye devam edecek.
“Yeryüzünün en esrarengiz yönlerinden biri, yaratıkların konuşmadan, birbirini anlamadan yan yana yaşamalarıdır.”
Ama belki o kadar da esrarengiz değil. İnsanın kendisiyle olan ilişkisi de esrarengiz değil mi? Günde yirmi dört saat kendinle yaşıyorsun da kendini ne kadar tanıyorsun?