Avrupa’yı dolaşırsanız özel kişilerin mülkünde olan birçok saray, şato veya görkemli ev karşınıza çıkar.
Özellikle, İngiltere ve Fransa’da.
Ama Türkiye’de özel kişilere ait saray yok.
Neden dersiniz?
Osmanlılar, İngiltere’yi ve eski Roma’yı saymazsak, en büyük imparatorluğu kurdu ve bir zamanlar çok zengin idi.
Osmanlı'da ne kadar güçlü veya zengin olursa olsun kimse, yarın celladın kapısını çalmayacağından emin değildi
Güçlü ve variyetli sadrazamları, vezirleri, beyleri, paşaları, tüccarları oldu, ama hepsi de arkasında bir saray veya büyük mülk bırakmadan yok olup gitti.
Bırakın sarayı, mülkü falan. İsimleri dahi yaşamadı. Mezarları bile yok birçoğunun.
Avrupa’da birçok ülkede, özellikle asil sınıfın hâlâ var olduğu İngiltere’de, yüz yıllardan beri aynı ismi taşıyan ve hatta aynı yerde yaşayan birçok aile var.
Türkiye’de yok. Kanuni’nin damadı İbrahim Paşa’nın, Sokullu’nun, Çandarlı’nın, Gazi Osman Paşa’nın bir zamanlar içinde yaşadıkları binalar, soy isimlerini taşıyan torunları nerede?
Osmanlı, arkasında özel kişilere ait saraylar, şatolar veya görkemli evler bırakmadı, çünkü Osmanlı’da hanedan mensupları dışındakilerin bu tür yapılar yaptırmasına uygun koşullar hiç oluşmadı.
İnsanın kendine saray yaptırması, sarayını çevreleyen parklara olgunlaşmak için 30-40 yıl isteyen ağaçlar diktirmesi, bir takım şartları gerektirir: Büyük bir servetin olacak. Senden daha güçlü birinin evini zorla almayacağından emin olacaksın. Hükümdarların bile saygı duymak zorunda olduğu mülkiyet hakları, miras hukuku ve başka haklar tanıyan yasalar olacak.
En ama en önemlisi yarınından emin olmaktır. Bileceksin ki sen ve mirasçıların ve onların mirasçıları, yapacağın sarayda tehdit altında olmadan yaşayacak.
Avrupa’daki görkemli evlerin çoğunu, asiller ve uluslararası ticaretin gelişmesinin ve endüstri ihtilalinin yarattığı tüccar sınıfı yaptırdı.
Osmanlı’da aristokrat sınıfı yoktu. Kuruluşundan batışına kadar Osmanlı, iktidarını paylaşmamakta titiz oldu. Padişahlar kimsenin palazlanmasına izin vermedi. Adam kullanıp yok etti. Büyük araziler bağışlayıp geri aldı.
Ne kadar güçlü veya zengin olursa olsun kimse, yarın celladın kapısını çalmayacağından emin değildi.
Osmanlı İmparatorluğu 1700’lerden itibaren çöküşe geçtiğinde, zaman zaman birçok zengin, sudan nedenlerle boğduruldu. Mallarına el kondu ve servetleri hazineye irat kaydedildi.
On Dokuzuncu Yüzyıl’da zengin tüccar Rumlar, paralarını Osmanlı hudutlarının dışına taşıyıp ailelerini oralara kaçırdılar.
Osmanlı hiçbir zaman hukuk devleti olmadı. Başka nedenler de var ama hukuk altyapısının olmaması, Osmanlı’da ekonominin güdük kalmasının en büyük nedenlerinden biridir.
Hukuk devleti olmamak, Türklerin, Osmanlı’nın ilk günlerinden bu güne kadar değişmeyen tek olgusudur.
Türkiye’nin de çok, gittikçe sayıları artan zenginleri var, ama hiçbiri saray hatta görkemli ev yapmıyor. Artık kimseye cellat yollanmıyor ama iktidardakileri kızdırmak, ezilmek için hâlâ geçerli bir nedendir.
Hukuk devleti olmamak, Türklerin, Osmanlı’nın ilk günlerinden bu güne kadar değişmeyen tek olgusudur
Hukuk altyapısı hâlâ zayıf, yargıçlar hâlâ bağımsız ve egemen değil ve en önemlisi kimse geleceğe güvenle bakamıyor. Bu nedenle dışarı para kaçırılıyor, bu nedenle bankalardaki tasarrufların büyük bir bölümü yabancı para cinsinden.
Hukuk devleti olmadan kalkınma olmaz. Yalpalanma olur. Beş-on sene ekonomi büyür, sonra bugün olduğu gibi duvara çarpar ve devalüasyonlar kazanımları yutar.
Hukuk devleti olmak Türkiye’nin en büyük projesi olmalıdır.