Bildiklerime bir şeyler eklemek için Alman feylesof Arthur Schopenhauer’in kısa bir biyografisini okurken bilmeleri gereken her şeyi daha doğmadan önce bilen ve onlara bir şey ekleme ihtiyacı duymadan yaşayıp ölen şeyler arasındayım:
Ağaçlar, otlar, çiçekler, kaktüsler ve daha birçok bitkiler.
Onlar daha tohum iken ağaç veya çiçek olmak için bilmeleri gereken her şey özlerinde kayıtlı idi. Tohum, toprağın altında filizlenmeye karar verdiğinde hangi hücreler kök olmak üzere aşağı, hangileri gövde olmak üzere yukarı çıkacağını bilir.
Tohumdan tohuma giden yolun her adımı tohumun içinde var.
İnsanın ise insan olmayı öğrenmesi lazım.
*
Yağmur mevsimi sona erdi, sıcak ve kurak günler başladı.
Bahçe eski yeşilliğinde değil.
Otlar ve kır çiçekleri kuruyup yere devrildiler. Ancak daha işleri sona erdi sayılmaz. Artık su içmiyorlar ve yaprakları, güneşi gıdaya çevirme çalışmasını durdurdu. Ama hâlâ tohum taşıyorlar. Onlar yere düştüklerinde, bir kuş tarafından yendiklerinde, bir esinti tarafından taşındıklarında veya benim gibi hareket hâlinde olan bir yaratığın bir başka yerde yere düşmek üzere bir tarafına takıldığında işleri sona erecek.
Ya insanın işi ne?
Aynı.
O, dünyadaki bütün canlılar gibidir: Tohum verecek, çoğalacak, yoklara karışacak.
Sayısız cinse ayrılmış ve şekle bürünmüş bütün canlılar aynı şeyi yapar.
Aradaki fark, onların işlevlerini sessizce yerine getirmeleri, insanın ise durmadan dırdır etmesi, şikâyet ve sorularla dolu olmasıdır.
“Hayat tatsız bir şeydir. Kendimi onu düşünmekle görevlendirdim” diyen Schopenhauer (1788-1860), elimdeki kitapta bunun nedenini şöyle açıklıyor:
Hayat “kahır ve mutsuzlukla doludur. Eğer hayatımız ölümsüz olsaydı ve kimse ıstırap çekmeseydi, herhâlde dünya niye vardır ve neden olduğu şekli ile vardır gibi sorular sormak akıllara gelmezdi.”
Schopenhauer’e göre, hayat temelinde acılarla doludur ve herhangi bir amacı yoktur.
Bilmiyorum.
“İnsan kendi amaçlarını kendi yaratma özgürlüğüne sahiptir. Bu amaçlardan biri kendini mümkün olduğu kadar acılardan sakınmak olmalıdır” demek daha doğru olabilir mi?
Bütün sorularımızın cevabını bilseydik, hayat katlanılamayacak kadar can sıkıcı olurdu.
Hayat iki karanlık arasında bir ışıktır. Niye açıldı o ışık, kim açtı, neden açtı, ne kadar açık kalacak, hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Niye “Hiçbir şey olmayabilecekken kâinat yıldızlarla, dünya sayısız canlı ile doludur?” sorusu hep cevapsız kalacak.
Ama hayatın tadını çıkarmak için bunların cevaplarını bilmek gerekmez. Bazı şeylerin bilinmez olacağını, varlığı olduğu gibi kabul etmeyi bilmek, yeter.
İnsanın sorunu, akıllı olması ama yeteri kadar akıllı olmamasıdır.
Belki mutsuzluğu bundan geliyor.
Okuyucularıma not: “Seferî” olacağım için yazılarıma birkaç gün ara vereceğim.