Bir zamanlar, bugün devlet olan bazı ülkeler, şirket veya şahıs mülküydü.
Çok zaman önce değil, daha geçen yüzyılda.
Hindistan, 16 ila 19'uncu yüzyıllarda Doğu Hindistan adlı İngiliz şirketinindi.
Sahipleri arasında asiller ve büyük tacirler olan bu kuruluşun kendi ordusu vardı ve bir ara dünya ticaretinin yarısına sahipti.
Yüzölçümü olarak dünyanın en büyük 11'inci devleti olan Kongo, Belçika Kralı II.Leopold’un şahsi mülkü idi.
Bugün adı Amerika Birleşik Devletleri olan yerde mülkiyet rejimi daha “demokratik” oldu. Kral, asil sınıfı olmadığı için toprak, kapanın elinde kaldı. Beyazlar, sistemli gaddarlıkla (ve Washington’un yüreklendirmesi ve yasal desteğiyle), yüzlerce kızılderili kabilesinin soyunu kuruttu ve topraklarına el koydu.
Yeni adıyla Zimbabwe, eski adıyla Rodezya (yüzölçümü olarak Irak’tan az farkla küçüktür), 1923’te İngiltere tarafından ilhak edilinceye kadar Britanya Güney Afrika Şirketi’nin mülküydü.
ABD 1776’da, Hindistan 1947’de, Kongo 1960’ta, Zimbabwe 1979’da bağımsızlığa kavuştu.
ABD’nin ne olduğunu herkes biliyor. Hindistan dünyanın en kalabalık cumhuriyeti oldu. Kongo iç savaş ve yolsuzluk ile eş anlamlı bir belde haline geldi ve öyle kaldı.
Bir defa iktidara gelmelerine izin verildi mi, diktatörlerden kurtulmak kolay değildir
Zimbabwe ise bağımsızlığa kavuştu ama özgürlüğe kavuşamadı - beyazların sömürgesi iken siyahların sömürgesi oldu.
Bu sömürgenin sahibi 37 yıldır ülkeyi yöneten Robert Mugabe ve ahbaplarıdır.
Mugabe beyaz azınlığa karşı verilen gerilla savaşının liderlerindendi. On yıl sömürge zindanlarında yattı. Bağımsızlıktan sonra, 1980’de başbakan seçildi.
O günden bu yana Zimbabwe’nin öyküsü Mugabe’nin iktidarda kalmak için her yola başvurmasının, halkı gittikçe yoksullaşırken zenginleşmesinin öyküsüdür.
Mugabe, ilk yıllarında, beyazlara ve muhalefet partilerine karşı adil tutumuyla ve ekonomiye pragmatik yaklaşımıyla övgü kazanmıştı.
Ama bu ümit dönemi uzun sürmedi.
Mugabe kurduğu milli birlik hükümetinden muhalefeti kovdu ve taraftarlarını katliama tabi tuttu.
Yerini sağlamlaştırmak için 1987’de kendini cumhurbaşkanı seçtirdi.
Zimbabwe’nin ekonomik yıkımı, Mugabe’nin 1997’de topraklarını beyazlardan zorla alıp siyahlara dağıtmasıyla başladı.
Siyahların elinde üretim düştü. Beyaz çiftçilerin ülkeyi terk etmesi ekonomiyi felç etti. Güney Afrika’nın gıda ambarı olan Zimbabwe’de temel ihtiyaç maddelerinin kıtlığı başladı.
Enflasyon o kadar yükseldi ki milyarlık banknotlar basmak gerekti. Sonunda Zimbabwe kendi parasını terk edip Amerikan dolarına geçmek zorunda kaldı.
Az gelişmiş ülkeler kolaylıkla kendi yöneticilerinin sömürgesi haline gelirler
Mugabe rejiminde, bir taraftan işsizlik ve yoksulluk diğer taraftan siyasi çekişmeler ve baskı endemik hale geldi.
Siyah Zimbabweliler de ülkeyi terk etmeye başladı.
Mugabe uluslararası protestolara kulak asmayarak 2002’de hileli bir seçimle iktidarını uzattı.
Nisan 2005’te başlattığı sözde şehir yenileme programı ile çoğu muhalefeti destekleyen yoksullara ait 700,000 konut ve iş yeri yıkıldı.
2007’de uygulamaya konulan fiyat kontrolleri, halkın dükkânlara saldırmasına neden oldu ve gıda satan işyerlerinin rafları aylarca boş kaldı.
2008 seçimlerinde muhalefet mensuplarına uygulanan şiddet sonunda oyların çoğunluğunu kazanan muhalefet lideri Morgan Tsvangirai adaylıktan çekilmek zorunda kaldı.
Mugabe oy hırsızlığının yaygın olduğu 2013 seçimlerinde yeniden cumhurbaşkanlığını kazandı.
Güçlü ve gaddar, batı düşmanı ve anti-kapitalist, eleştiriye ve muhalefete tahammülsüz, yalancı ve rüşvetçi, her çalının altında bir düşman arayan Mugabe 37 yıldır Zimbabwe’nin kanını emiyor.
Doksan üç yaşında. İktidardan ayakları önde ayrılacak.
*
Demek istediğim;
· Az gelişmiş ülkeler kolaylıkla kendi yöneticilerinin sömürgesi haline gelirler.
· Bir defa iktidara gelmelerine izin verildi mi, diktatörlerden kurtulmak kolay değildir.