Massachusetts Institute of Technology’de 2 gün boyunca belgeselde yeni teknikler ve geliştirmiş olduğu Korsakow modeli üzerine atölye çalışması yürüten Florian Thalhofer’e ikinci günün sonunda Galata belgeseliyle ilgili Türkiye’de hangi medya kuruluşlarının kendisiyle röportaj yaptığını sorduğumda “hiç” diye yanıtlaması üzerine 3 Aralık’da Galata belgeseli üzerine söyleştik. T 24 için özetleyerek çevirdim.
“Planet Galata”, Florian Thalhofer ve Berke Baş’ın Galata köprüsünde iki ay boyunca süren yoğun gözlem ve görüşmelerine dayanan bir belgesel. Linear (düzçizgisel) ve interaktif olmak üzere iki versiyonu bulunuyor. Kendisinin tercihi interaktiften yana. Geliştirdiği Korsakow tekniğiyle onun üzerinde belgesel çeken Florian’a göre linear olana ne zaman baksanız hep aynı. Bilgisayardan önceki çağın teknik sınırlılıklarının ürünü olan linear belgeselde sahneler bir kere birbirine yapıştırılmış halde ve bu durum hiç değişmiyor. Oysa ki, interaktif belgesel kullanıcının istediği zaman istediği sırada seçip izlemesine ve etkileşime olanak tanıyor.
Planet Galata belgeselinde süreç nasıl başladı?
Belgesel fikri Alman ve Fransız Arte TV kanalından geldi. Galata’da 2 ay boyunca oturup köprüyü gözlemlemek ve belgesel yapmak tam benlik bir işti. Sonra yapımcıyı buldular ve diğer Türk yönetmen Berke Baş’ın zaten Arte’de daha önce çalışmaları yayınlanmıştı. “Birlikte çalışın” dediler. Ortak belgesel fikri böyle oluştu. Yerel dili konuşan bir yönetmenin olması çok önemliydi. Böylece Berke ile birlikte çalıştık.
Arte TV için çekilen, diğer interaktif belgeselden farklı mıydı?
Evet, Arte için çekilen linear belgesellerdendi. Ben zaten Arte TV’de çalışıyorum gerçekten onlarla çalışmak harika bir şey ve yeni şeylere açıklar. Ama yine de oturup bir belgesel için konsept yazmak pek de benim tarzım değil. Çok üzerinde düşünüp kavramsal olarak geliştirdiğinde o eksende malzeme buluyorsun Ona odaklanıyor ve onu görüyorsun. Motosiklet üzerine yazınca her yerde motosiklet görmeye başlıyorsun. Bir filmci için konsept yazmak yapılabilecek en kötü şey, çünkü gözlemlerini sınırlıyor.
Bu söylediğiniz linear film için de geçerli mi yoksa interaktif belgesel için mi söylüyorsunuz?
Evet her ikisi için de, çünkü tüm film yapım sürecinde böyle kavramsal olarak başlanıyor. Ancak ben başka bir tarz benimsediğim ve kendi geliştidiğim Korsakow tekniğini kullandığım için bana konsept yazmak garip geliyor.
Interaktif belgesel tekniğine verdiğiniz Korsakow adı nereden geliyor?
Berlin’de sanat okulundaki diplomam için alkol üzerine bir interaktif film yaptım ve Korsakow Sendromu diye adlandırdım. Sergej Korsakow adlı bir Rus tıp doktorunun alkol kullanıcılarına ilişkin yaptığı bir tanımlamaydı Korsakow sendromu. Bir çeşit kısa ve uzun dönemli hafızanın arasındaki bağlantının bozulması. Bu hastalığın sendromlarından birisi de harika bir şekilde hikaye anlatma yeteneklerinin gelişmesi. Bu filmi yapmak için geliştirdiğim yazılım programı pek çok kişi tarafından kullanıldı ve Korsakow tekniği olarak adlandırıldı.
Türkiyeli yazar Gündüz Vassaf’ın Mostar köprüsü üzerine yazdığı Mostari: Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü kitabını biliyor musunuz? Çok ilginç o da. Gündüz Vassaf da köprüde gözlem yaptı aylarca. Köprü ile ilgili bir şey olmalı o zaman sanatçıları çeken. Ne var sizi çeken burada mesela?
İstanbul’da Eminönü ve Karaköyü bağlaması; bir yanda geleneksel yaşam sürerken diğer yanda hipster kültürü cool çocukların olduğu, kültürleri birbirine bağlayan bir köprü. Kavramımız buydu.
Sizin belgeselinizde bu hipster tarafı pek görmüyoruz ama. Göçmenler, çalışan çocuklar, berberler var.
120.000 kişinin her gün geçtiği bir köprü bu. Burada istediğiniz öyküyü anlatabilirsiniz elbette. Her ne kadar bağlayan bir köprü desem de kendi içinde bir hayatı var köprünün. Mesela dindarlar oraya içki var diye pek gelmiyor. Cool çocuklar da pek gelmiyor çünkü köprü pek cool değil. Kendi başına bir gezegen gibi Galata köprüsü. O yüzden Planet Galata dedik zaten, adı oradan geliyor. Önce çok şaşırdık kimse görüşme yapmak istemedi. Hiç böyle bir şey olmamıştı daha önce.
Öyle mi? Neden böyle sizce?
Hiçbir önceki projede olmadı bu. Sorun bizim köprüyle ve kendi kavramımızla ilgilenişimizdeydi. İnsanlarla ancak köprüyle ilişkili oldukları için ve o ölçüde ilgileniyorduk. Sonra oturduk ve bekledik. İnsanlar bize geldi. Bize yaklaşan insanlarla görüşmeyi yaptık biz de.
Çok az kadın var görüştüğünüz balık tutan ve kafede çalışan dışında hatırlayamadım şimdi.
Evet. Başka kadınlar da vardı ham malzemede gerçi, ama çıkarıldı sonra.
Editing sürecini nasıl gerçekleştirdiniz? Neyi içerme ve neyi dışlamaya dair karar süreci zorlu oldu mu? Nasıl oldu?
Korsakow versiyonunda zor değil, ama linear olanda hikayeyi yapılandırmak zorundasınız. Hikayeyi inşa etmek ve ona göre yapılandırmak. 54 dakika süren bir film. Film yapmak da aslında köprü yapmak gibi bir şey…
Bu film Galata köprüsünde çalışanları ele almış daha çok. Ama köprüde eğlenenleri görmüyoruz pek.
İlginç ve doğru bir tespit. Evet, gerçekten de uzunca zaman birlikte olduklarımızı çektik daha çok.
Müşterilerle çekim yapmak zordur herhalde zaten.
Yapabilirdik ama benim için Galata’yı oluşturanlar onlar değil. Asıl her gün orada çalışıp Galata’yı hayatlarının merkezi yapanlar ilginçti. İnsanlar çok güzel, çok fantastik. Hiç kötü bir insanla karşılaşmadım gerçekten.
Biz de Ankara Üniversitesi İLEF’de Free Press Unlimited ve Uttrect Hogeschool ile birlikte Türkiye ve Hollanda’dan gazetecilik öğrencileriyle bir çalışma yapmıştık. Öğrenciler birbirlerinin ülkesi hakkında haber yapmışlardı. Orada Hollandalı bir öğrenci Galata köprüsüne bir kaç kez gidip dolaşırken bir seyyar çaycı geliyor yanına ve “illa senden para istemem, bu benden” diyerek çay ikram etmeye çalışıyor. Çok etkilenmişti bu öğrenci. Sahi, Hollandalı Geert Mak’ın da Galata köprüsü üzerine bir kitabı yayınlanmıştı 2007 yılında. Bu da size esin kaynağı oldu mu, bu çalışmayı biliyor muydunuz?
Evet, evet benim bakma tarzıma yakındı. Bana söylediler “oku önceden” diye. Esinlendim. Ama esinlenme konusunda dikkatli olmak, abartmamak lazım.
Memnun kaldınız mı sonuçta çıkan üründen? Vaktiniz olsa ve tekrar gitme olanağınız olursa eklemek istediğiniz var mı?
Topladığımız malzemeden memnunum, ama çıktıdan değil. Bence gerektiği kadar zaman harcamadık. 2 hafta daha kalmalıydık. Ben bitmemiş olarak görüyorum. TV’de yayınlanacağı ilan edildiğinden linear olan versiyonu için zaman baskımız vardı. TV için gösterilen gösterildi ve işi bitti. Ancak diğer Korsakow versiyonu için internette her zaman ve hep yeni birileri izliyorr. Uzun bir hayatı var bu belgeselin. Eğer şimdi yapsam daha farklı yapardım. Mesela editing sırasında çok şey öğrendim. Editörle yakından çalıştım ama TV için edit edildi sonuçta. TV formu için olan düzenlemeyi sevmiyorum. Arte her hangi bir TV kanalı olmasa da sonuçta yapılan iş gazetecilik. Çok fazla kesme var mesela. Hoş bir film ama sanat parçası değil sonuçta. TV filmi nihayetinde. Korsakow versiyonunda ise çok daha fazla potansiyel var.
Açık uçlu olmasından kaynaklı mı?
Sadece o da değil, bu benim kendimi ifade etme tarzımla ilgili. Korsakow’dan sonra TV belgeseli için daha çok çalıştık ve eklemeler yaptık. Sonra süre doldu. Korsakow versiyonu için biraz daha fazla çalışma olanağım olmasını isterdim.Pek çok Korsakow filmi yaptım ve bitmiş olduklarını hissettim. Oysa Korsakow Galata böyle olmadı benim için. Çılgın insanlar vardı orada hayatını geçiren. Olumlu anlamda kullanıyorum çılgın sözünü. Onlar da bizim çılgın olduğumuzu düşündü.
Filmin başında çok fazla zorluklar yaşadık. Film çekmek için izin almak gerekti. İlk haftamız böyle geçti zaten. Sonra onlarla iyi arkadaş olduk.
Tam da Türkiye’ye özgü bir durum bu. Ne olacağını bilemezsin. Her şey olabilir. Tam kötümser andayken işler değişir ve iyimserleşiverirsin birden…
Tabu bir konu var mıydı belgesel çekiminde tereddüt ettiğiniz?
Evet bir Kürt genç, nedensiz yere üniversitede hapse giren kız arkadaşına ilişkin hikayesini anlattı. Bize güvenerek anlattı bunu. Ama sonra Arte’deki avukatlar bunun o genç için sorun çıkarabilme olasılığını düşünerek onu korumak için bu bölümü çıkarmamızı önerdi.
Çok ilginç bulduğum bir konu da bazılarının sizin çöp yığınlarını çekmenizden rahatsız olmasıydı. Bu çok ilginç. Yabancılar bizi olumsuz gösterecek şeklinde hakim bir görüş var kamuoyunda. Genel bir bölünme korkusu var zaten. AB adaylığına dair olumsuz gelişmeler, sürüncemede kalmalar vb. de etkiledi iyice galiba bu duyguyu. Hiç böyle bir mentaliteyle başka bir yerde karşılaştınız mı belgesel çekimlerinizde?
Bavyera’da da böyledir. Komşularının ne düşündüğüne fazla önem verirler. Ama bence gerçekten açık olunmalı. Her yerde çöplük var sonuçta.
Türkiye’de “en iyisi hiç konuşmamak” şeklinde bir görüş yaygınlaştırılmaya çalışıyor şu aralar tam tersine...
Bu hiç iyi değil. Bir ülke eğer sevmedikleri konular hakkında konuşmanın yollarını bulabilirse daha güçlü olur. Psikoterapik bir şey neredeyse. Çok güçlü olmadığınız konularda konuşabilmeli ve yüzleşebilmelisiniz. Ancak o zaman değiştirebilirsiniz. Hiç çöpün olmadığı süper temiz yerler bana göre çok sıkıcı. İstanbul’un çekici yerleri düzgünce tasarlanmış yerleri değil dağınık yerleri bana göre. Steril, temiz yerler dünyanın her yerinde var zaten. Bunların hepsi birbirine benzer. Oralara aşık olamazsınız.
Filminizde bir genç diyordu ki “lütfen Avrupa’ya güzel İstanbulumuzu hoş bir biçimde gösterin”. Onun dileği de buydu sizden.
Bu konuda bir tartışmamız da oldu. Filmin kartpostalında atık toplayan çocuklar vardı. Yapımcı şirketimiz fon için Berlin’deki Türkiye elçiliğine gittiğinde, oradaki görevli “biz bunun gösterilmesini, çöp görüntülerini istemeyiz” demiş. Oysa bize göre burada atık toplayan güzel çocukların görüntüsü vardı. Ben o çocukları gerçekten çok sevdim ve onları göstermek istedim.