Başörtülüler makbul vatandaş mı? Her sözlerine inanılacak, kusursuz vatandaşlar mı? Kürsülerden sahip çıkılacak, memleketin en büyük meselesini derinleştirme pahasına arkalarında durulacak müstesna kişiler mi?
Pazartesi
Naylon poşetlerin paralı hale gelmesi neden memleketin en büyük sorunu oldu diye soruyorlar. Hatta biraz da dalga geçiyorlar. Asıl, poşet meselesi bu kadar büyümese şaşırmak lazımdı. Nedenini anlatayım…
Naylon poşet, Türklere çaktırmadan yaşam sevinci veren, zengin fakir her gün hepimizi şaşırtan belki de tek şeydi. Çünkü ekonomik değeri olduğu halde bedava alabildiğimiz yegâne şeydi. Değeri üç kuruştu belki ama bedavaydı. Bedelini alışverişlerimizde çaktırmadan yine bizden alıyorlardı belki ama, hayatta bir otomobillerin dışı, bir de sinemaların kapısı bedavayken, eve alıp götürebileceğiniz yegâne parasız şeydi.
Alışverişlerinizde birkaç tane fazladan isteyebilirdiniz, el çabukluğuyla birkaç tanesini iç ettiğinizde kimse sesini çıkarmazdı. Teknik olarak çalmış olsanız bile ne vicdanen rahatsızlık duyardınız ne başınıza polis dikilirdi ne de ahlakçılar tarafından suçlanırdınız.
Naylon poşet, materyalist dünyaya karşı diklenebildiğimiz, başımız derde girmeden “herkese ihtiyacı kadar” diyebildiğimiz, adı süpermarket de olsa müesses nizama karşı direnebildiğimiz tek kaleydi.
Ardından ne kadar ağlansa azdır!..
Star TV bu hafta kaş yapayım derken göz çıkardı. Yayınladığı “Kaçma Birader” filminde Atatürk’le ilgili bir repliği kesti. Ertesi sabah sosyal medyayı açtığımda, bu “saygısızlığa” tepki gösterenlerin isyanı çıktı karşıma. “Atatürk’ü kalbimizden sökemezsiniz” mesajları, üst sıralardaydı.
Bir saat sonra, filmden kesilen sahne akışta görülmeye başlandı. Filmdeki bir karakol sahnesinden yaklaşık 30 saniyelik bir bölüm… Genç bir uyanık, düştüğü zor durumdan kurtulmak için Atatürk’ten medet umuyor. Anıtkabir’i arayıp da “Atatürk öldü kardeşim” cevabını alınca, “Atatürk ölmedi, kalbimizde yaşıyor” klişesini söylüyor. Olay bu.
Sonraki saatlerde Star TV’nin açıklaması geldi, "Bu sahnenin yer almamasının nedeni Atatürk adının silinmesi değil, tam aksine büyük kurtarıcının hatırasına duyulan derin saygıdır" dediler.
Tabii ki yapmaları gereken, filme dokunmamaktı. Ama bir yandan da muhtemelen ağızları saçma sapan nedenlerle o kadar çok yandı ki, kendilerini olası felaketlerden korumaya çalışıyorlar. Ama işte bu tür hamleler de yeni felaketlere yol açıyor.
Meraklı yabancılara, Türkiye’nin durumunun nasıl bir açmaza kilitlendiğini anlatmanız mı gerekiyor? Diliniz dönüyorsa bu olayı anlatın! Anlayacaklarından emin değilim ama, daha iyi bir örnek de bulamazsınız.
Türklere çok yalan söyleniyor. Başka bir deyişle Türkler birbirine çok yalan söylüyor. Başka bir deyişle Türkler çok yalan söylüyor. Daha doğru ifadeyle Türkiye halkı çok yalancı. Öyle ya arasında Kürdü, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i var.
Birbirimize çok yalan söylediğimizi, ha bire birbirimizi kandırmaya çalıştığımızı biliyoruz, çünkü görüyoruz. Üstelik birbirimizi kandırmak istememizin öyle doğrudan çıkar sağlamak gibi sebebi de yok. Kandırmayı seviyoruz. Biri bir yalan atıyor, hoşumuza gidiyor, işimize geliyor, biz de onun yayılması için üzerimize düşeni yapıyoruz. Sosyal medya dediğimiz şey, nereyse temel olarak buna hizmet ediyor.
Uluslararası araştırmalar yalan haberin en fazla yayıldığı ve etkili olduğu ülkenin Türkiye olduğunu gösteriyor. Çünkü kutuplaşma bunu getiriyor ve gerektiriyor. Dünyada marjinal internet sitelerinin, çöplük sitelerin yapıp yaydığı sahte haberleri, bizde kendilerine ana akım diyen gazeteler, televizyonlar yapıp yayıyor. Çoğunlukla da destekledikleri siyasetçilerin yalanlarını yayıyorlar.
Bunların yol açtığı tahribatı gidermek de küçük, gönüllü gruplara düşüyor. teyit.org bunlardan biri. Bugüne kadar karşımıza çıkan yüzlerce tahrip gücü yüksek sahte haberi imha ettiler. Şimdi de yaptıkları videolarla bu hizmeti genişleterek sürdürüyorlar. İlk videoları Youtube’da.
Bu videoda sahte habere neden inandığımızı anlatıyorlar. İzleyin, zira daha fazla medya okur yazarlığı hepimize gerekiyor.
Deniz Çakır, restoranda yaşadığı münakaşa nedeniyle adliyeye çağrıldı. Soruşturma açılmasına gerek görülürse, büyük büyük suçlamalarla yargılanacak. Halkı kin ve düşmanlığa sevk etme mi olur, bölücülük mü olur, manevi değerleri aşağılama mı olur… Allah bilir.!..
Olayın tanıkları var, kamera kayıtları var, şikayetçi olan kadınlara karşılık Deniz Çakır’ın açıklamaları var, savcılıktaki ifadesi var… Öyle ya, bu bir münakaşaysa, iki taraf var.
Peki neden olayın bir tarafı “kafadan haklı” sayılıyor da diğer tarafı “kafadan suçlu” sayılıyor? Biri, kafası örtülü diye mi “kafadan haklı” oluyor?
Başı örtülü olanlar arasında da kıskançlar, kibirliler, hevesliler, dengesizler, şuursuzlar, nevrotikler, huzursuzlar, ne oldum delileri, geçimsizler, paranoyaklar yok mu? Olmaması mümkün mü?
Başörtülüler makbul vatandaş mı? Her sözlerine inanılacak, kusursuz vatandaşlar mı?
Kürsülerden sahip çıkılacak, memleketin en büyük meselesini derinleştirme pahasına arkalarında durulacak müstesna kişiler mi?
Ya da tersten soralım, her başı açık, oyuncu, içki içen, bağımsız, eyvallahı olmayan kadın; dengesiz, ahlaksız, kavgacı, saldırgan mı?
Deniz Çakır hakkında muhtemelen takipsizlik kararı çıkacak. Ama bu olayın izi kolay silinmeyecek. Deniz Çakır’dan da silinmeyecek, bizim hafızamızda yarattığı kirlilik de yol açtığı infial de silinmeyecek.
Çakır’ı suçlayanların kim olduğunu asla bilmeyeceğiz, zaten önemsemeyeceğiz. Bunu siyasal malzeme olarak kullananlar özür dilemeyecek, vatandaşları arasında yaptığı kendiliğinden ayrımcılıktan rahatsız olmayacak, gerekirse aynı şeyi bir daha yapacak.
Birileri “kafadan” haklı olduğu sürece, bu kutuplaşma bitmeyecek.