Murat Yetkin Hürriyet Daily News’ten ayrıldıktan sonra yazarlığını kendi blogundan sürdürüyor. Bugün siyaset, dış politika, ekonomi alanında uzmanlaşmış işsiz gazetecilerin tweet’leri haber sitelerinde düzenli olarak haber yapılıyor, bloglarındaki yazılar sürekli alıntılanıyor ve on binlerce kez okunuyor, yayınları da izleniyor.
Doğan Güreş, Tansu Çiller’in başbakanlığında genelkurmay başkanıydı. Kürt sorununa karşı vurdulu kırdılı politikalar izleyen Çiller’le büyük bir uyum içinde çalışıyordu. Bir keresinde bu uyumu gazetecilere, “Başbakan tak diye emrediyor, ben şak diye yapıyorum” sözleriyle özetlemişti. Bundan sonra da adı bir süre “tak-şak paşa” kalmıştı.
Çiller’in “tak-şak” paşası gibi, bu iktidarın da “tak-şak” savcıları var. Hem bir tane de değil. Onlarca… Üstelik onlara telefon açıp “tak” diye emretmek de gerekmiyor. Cumhurbaşkanı bir yerde kürsüye çıkıp birilerine yüklendiği anda bilgisayarlarında boş bir word sayfası açıp beklemeye başlıyorlar. Biliyorlar ki her konuşmadan “şak” diye çıkaracakları bir vazife, başlatmaları gereken soruşturmalar gelecek.
Ben yüce makamda otursam, önümde hazırol’a geçmiş bu kadar adamı bulmuşken sorarım: Ben söylemesem bu adamları rahat mı bırakacaksınız? Kaç gün geçmiş konuşmalarının üzerinden, ben size pazar pazar adliyeyi açtırmasam parmağınızı kıpırdatmayacak mısınız?
Böyledir bu işler. Siz tam kıvamı tutturdum, göze girdim zannedersiniz, yaptıklarınız sizi ancak borçlu çıkarır. Eski yeni medya patronlarına sorun, size anlatsınlar!..
Binali Yıldırım’ın belediye başkan adaylığında yolunda gitmeyen bir şeyler var. Gazete köşelerinde bölük pörçük bir şeyler çıkıyor ama Yıldırım’ın bu adaylığa baş koymakta tereddüt etmesinin sebebi netleşmedi. Yazılanlara göre Yıldırım İstanbul’da, tek karar vericinin birinci dereceden yakınlarını ensesinde istemiyormuş. Bir başka neden de Meclis Başkanlığını bırakır bırakmaz yerini hemen doldurma hazırlığı yapılmasıymış. O yüzden ayak sürüyormuş.
Yıldırım’ın ilk konudaki tereddüdü aşılır mı, ne kadar aşılır bilmiyorum. (Aşılmaz.) Ama ikinci konu, yani Meclis başkanlığından feragat etmeme konusu çözüldü. Aday olunca istifasına gerek yok dendi, bitti gitti. Çünkü hem aday olup hem de başkan kalmasının yaptırımı yokmuş.
Aslında bir yaptırımı var ama Yıldırım belli ki bugününü korumaya çalıştığı için, yarınını gözetmeyi ihmal ediyor.
Yaptırım şu: Belediye başkanlığına, hiç seçilmeyecekmiş gibi elindekini koruyarak aday olması, kendi adaylığına şüpheyle baktığını gösteriyor. Bu da bize AKP’nin bu seçim öncesinde İstanbul’a dair endişeli olduğunu gösteriyor.
Bugüne kadar İzmir’de belediye başkanlığına aday olması istendiğinde tereddüt etmeyen, kendi başbakanlığını lağveden yeni sistem için canla başla çalışan Yıldırım bile bu kadar ayak sürüyorsa, bildiği bir şeyler var demektir.
Eğer AKP de bu kadar ayak sürüyen bir adaydan daha gönüllüsünü bulamıyorsa, parti daha büyük sorun var diye düşünmek gerekir.
Murat Yetkin Journo’dan Sevim Gözay’a verdiği röportajda, son görev yaptığı Hürriyet Daily News’tan ayrılışını anlatmış. Murat, “Köprüden önce son çıkışta ayrıldım. Mesleğimi daha iyi yapabilmek için işimi bıraktım çünkü işimi tutarak mesleğimi yapamayacak noktaya geldiğime inandım” demiş.
Ne acayip değil mi?
Bir işin olmadan, yani istihdam edilmeden yapılabilecek kaç meslek var acaba yeryüzünde? Hatta mesleği uygulamak için işten feragat etmenizi gerektiren?
Murat Yetkin, saymaya kalksam eksik bırakacağım başka pek çok gazeteci gibi, yazarlığını kendi blogundan sürdürüyor. Yorumculuğu Youtube’dan ya da Periscope’tan sürdürenler de var. Ya da bir gelir elde etmeden haber sitelerine yazı yazanlar…
Pek çoğunun ortak yanı, köprüden önceki son çıkışta ayrılmış olmaları. Ya da o çıkışa gelmeden önce kovulmuş veya ayrılmaya zorlanmış olmaları.
O isimlerin hepsi isteseler pekâlâ köprüye de girerlerdi, köprüyü geçene kadar her gördüklerine “dayı” da derlerdi. Bir kesim nezdindeki itibarlarını usul usul kaybederlerdi belki ama başka birileri için makbul kişi haline gelebilirlerdi.
Ama bunu yapmak yerine, çalacakları başka bir kapı olmadığını bile bile, işlerinden ayrılmayı ya da kovulmayı göze aldılar. Hem de bugünün Türkiye’sinde sonuna gelmiş bir mesleği layığıyla yapabilmek için…
Bugün siyaset, dış politika, ekonomi alanında uzmanlaşmış işsiz gazetecilerin tweet'leri haber sitelerinde düzenli olarak haber yapılıyor, bloglarındaki yazılar sürekli alıntılanıyor ve onbinlerce kez okunuyor, yayınları izleniyor; hiçbirinin kolay kolay pes etmeye de niyeti yok.
Medyada ana akım biterken yeni bir şey geliyor. Herkes o gelen şeyin adını koymaya çalışıyor.
PERŞEMBE
Kenan Sofuoğlu, uluslararası başarıya ulaşmış bir sporcuydu. Sonra siyaset tarafından devşirildi, vitrin süsü olarak seçime girdi, seçildi. Geçen hafta ayaklarını masaya koyup danışmanlarını hazır olda beklettiği fotoğrafıyla da gündeme geldi. Kenan’a kızanlar, fotoğrafa neresinden çakacaklarını bilemedi. Kimi kamu malına ayaklarını koymuş dedi, kimi çoraplarını ince bulup, Parizyen mi giyiyor diye makara yaptı.
Tamam, Kenan Sofuoğlu da kusursuz değil ama adamın bir sebebi var…
Çocuk sıkılıyor arkadaşlar, tek sebebi bu!..
Hayatı yarış motosikleti üzerinde sürat yaparak, dizi yere değer halde virajlara girip çıkarak adrenalinle geçen genç bir adam, labirent gibi koridorlarda dolaşıp kutu kadar bir odada mesai yapıyor, tam anlamadığı yasalar için parmak indirip kaldırıyor. Bu kadar sıkıntının içinde de kendine eğlence arıyor. Etrafındakilerle oyalanıyor, makara yapıyor, sosyal medyayı kurcalıyor…
Üstelik yan odadakilerin durumu da ondan farklı değil. Yüzlerce başka milletvekili de sıkılıyor, çay içiyor, tespih çeviriyor. Dayı-oğlu, hala-kızı danışmanlarıyla makara yapıyor, birilerini arayıp hadi yemeğe gidelim diyor…
Emir eri meselesine gelince… Kenan da kendi velinimetlerinin karşısında el pençe divan durduğu için, yanındakilerin de onun önünde böyle durmasından rahatsız olmuyor, bunu onlardan bekliyor.
Gerçek sorun, Kenan’ı milletvekilliğine ikna edenlerde; Kenan’ın da kendini “seçilmiş” biri zannedip bu teklifi kabul etmesinde.
Gencecik adam, altında Lamborghini, garajında çeşit çeşit motor var. Sponsorlar kapıda… Niye kendini buna mahkûm eder ki?
Ticaret Bakanlığı internette reklamı yayınlanabilecek hizmetlerle ilgili düzenleme yapmış. Resmi dilde “düzenleme yaptık” demek, Türkçe’de iki anlama geliyor malûm: Zam yapmak ya da yasaklamak.
Konumuz ikincisi. Yani reklamı yasaklanan faaliyetler.
Resmî Gazete’de yayımlanan yönetmelik falcı, medyum, astrolog ve benzerlerinin internette reklam yapmalarını yasaklıyor. Bundan sonra yasadışı bahis, kumar oyunlarının reklamları da yapılamayacak. (Yasadışı bir şeyin aleni reklamının bugüne kadar yapılabiliyor olmasındaki tuhaflığı bir kenara bırakalım!) Silah üreticisi ve satıcıları da bundan böyle internette silah reklamı yapamayacaklar.
Gelelim reklamı yasaklanan son kategoriye. Sohbet, arkadaşlık ve eş bulma hizmetlerinin reklamı yapılamayacak. İnsanlara eş bulmayı, onları evlendirmeyi vaat eden hizmetlere yapılan bu muamele doğrusu çok manidar.
Evliliği falcılık gibi sahtekarlık kategorisine mi sokuyorlar, kumar gibi zararlı alışkanlık kategorisinde mi görüyorlar, yoksa silah gibi ölümcül sonuçlara yol açtığını mı düşünüyorlar, yoksa hepsi birden mi bilmiyorum.
Yasakladıklarına göre bir bildikleri vardır deyip susuyorum.
Geçen pazar, Base İstanbul’u ziyaret ettim. Base, genç sanatçıların işlerinin sergilendiği bir sanat platformu. Bu yıl 1200’e yakın başvuru almış ve 20 farklı şehirdeki 30 üniversiteden 94 genç sanatçının 105 yapıtı sergilenmek üzere seçilmiş. Galata Rum Okulu’nda sergilenen işler arasında olgun ürünler de vardı, gelecek vaat edenler de.
Sergiyi gezerken birkaç soru sordum kendime. Acaba bu 94 sanatçının peşine düşsek, kaçını beş yıl ya da 10 yıl sonra sanat yaparken bulabileceğiz? Kaçı yeteneklerinin, kaçı maddi imkanlarının sınırına geldiği için vazgeçecek, kaçının ismini duymaya, işlerini görmeye devam edeceğiz?
Sergiyi gezerken aklıma gelen bir başka soru da şu: Genç sanatçılar neden bu kadar muhafazakâr? Bir ikisi hariç neden yüz küsur eser arasında gümbür gümbür siyasi mesajı olan iş yok. (Mesaj ne yönde olursa olsun.) Neden hiçbir LGBT işi yok? Neden hiç cinsellik içeren iş yok? Hani siyasetin yasakladığı temalar kendilerine sanatta yol açardı? Hani sanat bir dışavurum, bir itiraz yoluydu?
Bu konular gençlerin umurunda mı değil, yoksa okulları mı kısıtlıyor, başvurular arasından seçim mi böyle yapıldı, bilmediğimiz başka sebepler mi var, çözemedim. Ama durum bu.