Okmeydanı bağlamında yaşanan son tartışmalar toplumsal bir kimlik olan Aleviliği yeniden Türkiye gündemine taşıdı. Dün Aleviler çeşitli ilerde meydanlara çıkarak “yeter artık” dedi.
Bu yürüyüşlerden bağımsız olarak Alevilerin içinde oldukları ruh durumunu Alevi Kültür Dernekleri Başkanı Doğan Demir’in şu sözleri yeterince açıklıyor; “… Bu adaletsizliğe, vicdansızlığa yeter artık diyen Alevi kurumlarımız ülkemizde barış ve demokrasi isteyen, eşitlik yurttaşlık isteyen, toplumumuzun vicdanlarına sesleniyor birlikte olmaya, sesimize ses katmaya, devlet terörüne karşı olmaya davet ediyoruz. … Alevilerin yoğun yaşadığı yerleşim bölgelerine yönelik polis şiddeti arttırılmakta, Aleviler için yaşam zorlaştırılmakta, yalnızlaştırılmakta ve ötekileştirilmektedir. Kentsel dönüşüm adı altında insanlar yerlerinden, yurtlarından çıkartılmak istenmektedir. Bu adaletsizliğe yeter artık diyoruz” (vurgu bana ait. MA) sözleri açık biçimde anlatıyor.
Demir’in sözleri belki de Gezi’den itibaren devletin doğrudan şiddeti ile ölen gençlerin Alevi olmasını tesadüfle açıklamanın mümkün olmadığını söylüyor.
Gezi’yi Alevilerin başkaldırısı olarak okumak fazlasıyla indirgemeci olsa da; Aleviler, son yıllarda hükümetin değer temelli siyasal tercihlerinden, dışlayıcı kimlik siyaseteninden en çok etkilenen, yaşam tarzı ve özel hayatlarının daraldığını düşünen kesim. Bu durumu Alevilerin protesto etmesi kadar doğal bir şey yok.
Gezi ile başlayan süreçte meydanlarda olanların önemli bir kısmının Alevi olması, ölenlerin Aleviler olması bu açıdan okunmalı.
AK Parti’nin kimlik siyasetine dönüşü, Aleviler açısından bir tür Osmanlı travmasının yeniden nüksetmesidir.
Üstelik bunu sadece devletin eylem ve söylemleri değil çözüm sürecinde Öcalan’ın 21 Mart 2013’de okuduğu çağrıda gördü Aleviler. Süreci tarihsel bir “din kardeşliği”ne indirgeme Alevilerin kuşku ve endişelerini daha da arttırdı.
Ki öncesinde kamuda, KPSS sınavlarında Aleviler yönelik uygulanan ayrımcılık tüm bu endişeleri besleyen bir gerçek olarak karşımızda hep durdu.
Bütün bu süreç içinde Alevi/Kürt kimliğini siyaseten kullanmaktan imtina eden Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanı olması Aleviler açısından başka bir anlam taşıdı. Başbakan Erdoğan'ın ifade ettiği gibi CHP geçmişte Aleviler konusunda hiçbir somut adım atmadığı ve Kılıçdaroğlu Aleviliğini neredeyse hiç anmamasına rağmen; Aleviler eskisinden daha yoğun biçimde CHP’ye yöneldiler. Önce 12 Eylül 2010 referandumunda ‘hayır’ oyu ile sonra 11 Haziran 2011 seçimlerinde CHP’yi destekleyerek devlet ve AK Parti’yle lan mesafeleri daha çok açıldı.
Benim açımdan bu durum bir tür ‘altın çağ’ özlemidir. Yani geçmişte yaşanan kötü halin geride bırakılması ve her şeyin iyileşme haki.
Geçmişte benzeri Atatürk’ün ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşanan ama kamusla alanda karşılığı olmayan bir geçmiş özlemi. Tek fark, Osmanlı’ya göre vatandaşlık düzleminde yaşanan eşitlenme hali.
Yine Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkan olması, Aleviler açısından hiç bir iyileşme olmamasına rağmen CHP’de artan yoğunlaşmaya yol açtı.
Her iki ‘altın çağ’ özleminin arkasındaki duygu ise ‘güvenlik’tir. Bireysel varlığından yaşam tarzını korumaya kadar geniş bir çerçevede duyduğu güvenlik kaygısıdır.
Aleviler için CHP de, Gezi de, Okmeydanı da bu yüzden birer güvenlik limanıdır.
Eğer Türkiye’de Alevilerin sorunundan bahsediliyorsa, bunun temeli Alevilerin farklı bir inanç sistemi içinde olmalarından değildir. Burada esas sorun sadece Alevilik bağlamında değil tüm farklı toplumsal kesimler açısından “eşit vatandaşlık” sorunudur. Yani Alevilerle ilgili sorun ‘dinsel’ değil ‘siyasal’dır.
Alevilerin de, Kürtlerin de Romanların da, farklı inançtan olan Türkiye vatandaşlarının sorunlarının çözülmesi demokratikleşmenin derinleştirilmesi ve farklılıklara farklılıkları ile saygı duyan, oldukları gibi kabul eden bir vatandaşlığın hayata geçirilmesi ile başlayacaktır. Eşit vatandaşlık kaçınılmaz olarak Aleviler ve tüm farklı kesimlerin kamudan gündelik hayata karşı karşıya kaldıkları ayrımcı politikaların sona ermesi sürecinin başlaması demektir.
Kabul edelim ki, bugün Aleviler devlete ve AK Parti’ye olan güvelerini azaltmıştır.
Devlet ve o devleti yöneten AK Parti’ye düşen sorumluluk, farklı inanç gruplarını kamusal alanda eşit yaşayabilecekleri bir ortamın yaratılmasıdır. Ve bu sorumluluk hükümetin aldığı oy yüzdesinden bağımsız olarak farklı olanlarla konuşabilme, farklılıkları ötekileştirmeme ve onlarla ortak bir gelecek kurmaya zihni olarak hazır olması ile mümkündür.
Ancak eğer siz varlığınızı ve meşruiyetinizi, toplusal farklılıklara eşit mesafe almak yerine, o farklılıklardan birine dayandırıyorsanız, diğer toplumsal kesimlerle mesafeniz kaçınılmaz olarak açılacaktır.
Kemalizm’in de temel hatası bu oldu. Ne yazık ki, AK Parti’ de aynı hatayı tekrarlıyor.
Ne diyelim; demek ki bu toprakların fıtratında da bu var…
@murataksoy