Gezi süreci, 17-25 Aralık soruşturmalarından sonra Davutoğlu’nun AK Parti Genel Başkan adayı olması; partinin 2011’den itibaren bir yönü tercih, bir yönü zorunluluk haline gelen “içe kapanma sürecinin” devamı anlamına geliyor.
İçe kapanma süreci, partinin kuruluşuyla birlikte kendini “merkez”e taşıma hedefinin, devletin fethi ile kendini ve devleti doğduğu “çevre”ye çekmeye dönüşmesidir.
Yani toplumda azınlık olan ideolojik tercihlerin, elde edilen siyasal meşruiyetle devlet imkanları ile topluma empoze edilmesidir. Eğitim sisteminden bürokratik personel tercihlerine, kamusal alanın tek tipleşerek farklılıkların özel alan itilmesi bu sürecin en açık yansımalarıdır.
Kemalizmin tek parti döneminde, laikliğe neredeyse bir tür din muamelesi yapması gibi, AK Parti’de kendi dini yorumunu biricikleştirip, mutlaklaştırarak tüm kamusal alanı bu dini yoruma göre dönüştürmeyi arzuluyor.
Tek parti döneminde devletin dini yorumunu topluma benimsetmek üzere kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), bugün 1924’te tanımlanan esas işlevini daha gönüllü biçimde yerine getirmektedir.
AK Parti siyasi meşruiyete sahip olsa da, toplumsal çoğulculuğu dikkate almayan, farklı toplumsal talepleri yok sayan, eleştiri ve farklı düşünceyi düşman, hain ilan eden bir siyaset izlemektedir.
Bu siyasal aklın yeniden toplumsallaşması, hem iç politikada hem de dış politikada belirlenen ve izlenen stratejik hattan vazgeçilmesi ile mümkündür. Ancak Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra Davutoğlu’nun da başbakan adayı ilan edilmesi, AK Parti politikalarının sertleşerek devam edeceğini gösteriyor.
Nitekim, Davutoğlu’nun aday olduktan sonra yaptığı konuşma; pek çok açıdan bize gelecek için ipucu vermektedir. O konuşmada Davutoğlu, AK Parti-devlet eklemlenmesinin artık tamamlandığını ve ihyayı temel alan restorasyonun da devam edeceğini net biçimde açıklıyor.
Bütün bu gelişmeler, Türkiye’de hızla siyasetin devre dışı bırakıldığı, hukukun değil keyfiliğin esas olduğu İslami tek parti döneminin başladığını göstermektedir. En basiti, Resmi Gazetede yayınlanmayan Yüksek Seçim Kurulu kararı keyfiliğin en açık göstergesidir.
Bütün bunlar yaşanırken, tek başına “çözüm süreci”nin varlığı AK Parti’yi ne demokrat, ne de özgürlükçü yapmaya yeter. Bunun, hem Kürt siyasi hareketi hem de seçmenleri tarafından fark edildiği açık.
İçinde olduğumuz siyasal ve toplumsal krizlerin aşılması ancak siyasetin, siyasal kanalların yeninden güçlenmesi ile mümkündür. Yani, daha etkili siyasal ve sivil muhalefetle olur.
Ana muhalefet olarak CHP, Kılıçdaroğlu ile birlikte siyaseten savunduğu ilke ve değerleri daha fazla toplumsallaştırmaya ve evrensel değerlere göre yeniden yorumlamaya gayret ediyor.
5-6 Eylül’de yapılacak olağanüstü kongrede bu değişimin daha güçlü biçimde devam edeceğini Kılıçdaroğlu, kendisiyle yaptığımız söyleşide ifade etti.
Ancak bunun tek başına yeterli olmayacağı da açık.
CHP’nin yeni dönemde, siyasal söylem ve kadro yenilenmesi kadar önemli olan bir diğer nokta, toplumsal düzlemde AK Parti’nin 2007’de siyaset dışı girişimlere karşı, farklı toplumsal kesimlerle kurduğu ‘demokrasi koalisyonu’nun benzerini AK Parti’nin parti devletine karşı kurması olacaktır.
Şunu unutmamak gerekiyor. CHP’nin yeni dönemde yapacağı hiçbir siyasal hamle, onu AK Parti’nin siyasi alternatifi yapmaz. CHP, AK Parti’nin her zaman siyasal rakibidir, alternatifi değil.
CHP’nin AK Parti karşısına güçlü bir sosyal demokrat siyasal rakip olabilmesi kadar önemli olan, merkez sağda bir siyasal oluşumun ortaya çıkmasıdır. Türkiye’nin de temel ihtiyacı budur.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, merkezinde olduğu tartışmalara bu gözle bakmakta fayda var. Gül’ün 19 Ağustos’ta verdiği resepsiyonda ifade ettiği, o salonda Gül’e yakın isimlerin söyledikleri ve AK Parti içinde Davutoğlu tercihinin yarattığı tartışmalar böyle bir oluşumun çok uzak olmadığının da işareti. Çünkü Gül’ü siyasetlerinin merkezi yapan isim ve çevreler içinde olsalar bile AK Parti’nin tek adam partisine ve partinin merkezden çevreye kaymasından rahatsızlar. Resmi görüşlerini ifade etmekten kaçınsalar bile öz fikirleri böyle.
Gül’ün önümüzdeki dönemde siyasal bir alternatif için adım atıp atmaması, Davutoğlu’nun ilk birkaç aylık siyasal performansına bağlı olacaktır. Tabi bir de merkez sağ siyasal aktörlerinin siyasal cesaretine.
@murataksoy