IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin üzerinden neredeyse bir hafta geçti. Bu süre içinde örgüt tarafından esir alınan 49 başkonsolosluk personeli ile 31 tır şoförü hala rehin. IŞİD, bölgede kontrol ettiği alanları genişletirken, 16 maddelik kendi “şeriat” kurallarını ilan etti.
Karşı karşıya olduğumuz durumu iki düzlemde analiz edebiliriz. İlki IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve Bağdat’a doğru ilerlemesinin ülke, bölge, uluslararası sistem açısından ortaya çıkardığı sonuçlar.
İkincisi ise bizatihi Musul’da hala 80 vatandaşı IŞİD’in elinde rehin olan Türkiye’nin dış politikasının savruluşu açısından değerlendirebiliriz.
İlkinden başlayalım.
Bölgenin sahip olduğu enerji kaynakları ve enerji geçiş koridoru üzerinde olması nedeniyle; bölgesel ve küresel güçlerin, radikal İslamcı bir terör örgütünün belli bir bölgede kendi İslami kurallarıyla hakim olmalarına uzun bir süre tahammül edebilmeleri zor görünüyor.
Bu yüzden bölgesel ve uluslararası güçler, IŞİD’ı mutlaka devre dışı bırakmak ya da etkisizleştirmeye çalışacaklardır. Bunu Irak Merkezi Hükümeti ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinden; olmazsa son çare olarak dışarıdan müdahaleyle deneyeceklerdir.
Bu arayışların tek başına başarısı ancak bölgede yaşayan Sünnilerin Irak yönetime etkili biçimde katılması ve eşit vatandaşlık haklarından yararlanıp, Irak Merkezi Hükümeti tarafından yani Şiiler tarafından dışlanmamasına bağlıdır. Sünnilerin ülke yönetimini etkili biçimde katılmadıkları bir sistemde, yapılacak her müdahale IŞİD’i bölgeden ancak kısa bir süreliğine temizleyebilir o kadar. Bir süre sonra benzer bir grup, IŞİD ya da başka yapıyla tekrar ortaya çıkabilir.
Irak’ın bölünmeden varlığını sürdürmesi toplumsal farklılıkların devlet yönetimine eşit katılımları, gelirden eşit pay almaları kısaca her türlü haklarını kullanabilmelerine bağlıdır. Bunun gereklerinden birisi de Maliki’nin sürdürdüğü mezhepçi siyasetin sona ermesidir.
Kuşkusuz konunun ikinci ve önemli bir boyutu da Türkiye’nin “gücünün sınanması” noktasıdır. Kabul edelim, IŞİD’in elinde bulunan Türk rehinlerin aradan geçen yaklaşık bir haftaya kadar kurtarılamamış olması, Türk dış politikasının düştüğü açmazı gösteriyor. Rehine krizinde süre uzadıkça Türkiye’nin pazarlık gücü azalacak ve IŞİD’in muhtemel taleplerine boyun eğecektir.
IŞİD, Suriye’de Batı ve Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) dışında Esad’a karşı desteklenen iki radikal İslamcı gruptan biri (değeri de El Nusra) idi. Türkiye uzayan savaşta Batı’nın verdiği desteği sembolik düzeye indirse de, bu gruplara her türlü desteğe devam etti.
AK Parti hükümetinin Suriye politikası, Suriyelilerin demokratik bir sistem içinde özgür olmalarından çok “Esad/rejim gitmeli” noktasına kilitlendiği için, başarısız olmuştur. Çünkü AK Parti için Esad’ın gitmesi, hayalini kurdukları bölgesel liderlik için önemli bir zıplama taşı olacaktı.
2011 yılına kadar aktif olarak sürdürülen “komşularla sıfır sorun” politikası komşularla iyi ilişkiler dışında “ortak bölgesel politikaların” yolunu açtı.
Türkiye'nin bu politikaları,
- İçerde demokratikleşme ve normalleşmeyle uyumlu ve
- Dışarda dünyada yaşanan büyük değişime uyumlu idi.
AK Parti hem içerde hem de dışarıda üst üste binen değişim dalgalarıyla bölgesel hiyerarşide yükselmeye başladı.
Ancak AK Parti hükümeti, elde ettiği bu başarıyı Arap Uyanışı’nın verdiği coşku ile kendi gücünü olduğundan daha büyük gördü ve takip eden dönemde büyük bir savrulma yaşadı. AK Parti, Arap Uyanışı’nda Tunus ve Mısır’daki gelişmelerden sonra din olarak İslam, mezhep olarak Sünni, kültürel olarak Osmanlı geçmişinin büyüsüne kapıldı. AK Parti, Arap Sokağı’nda Başbakan Erdoğan’ın gördüğü ilgiyi Türkiye’nin demokratikleşmesine, laik demokrasisine ve Batı’nın parçası olmaya tercih etti.
Ancak aradan geçen üç yıl dış politikada “idealizm”in değil “reel politika”nın daha güçlü olduğunu gösterdi.
Kabul edelim ki, hükümet bu açıdan kendilerine yönelik eleştirileri “karşıtlık” algıladığı için içerden en küçük bir özeleştiri de duyamıyoruz. Bu özeleştiriyi, “surda açılacak bir delik” olarak algıladıklarından olsa gerek.
2011 yılına kadar Türkiye’nin yanında olan küresel denklem artık yok. Türkiye bölgesel ve küresel oyundan düşerken son dönemde İran giderek yükseliyor.
Sonuç olarak, Irak’ta Maliki’nin izlediği mezhepçi siyaset IŞİD’ı daha da güçlendirdi ve bugünlere getirdi.
Türkiye’de ise AK Pati’nin son yıllarda izlediği mezhepçi siyaset ise içerde demokratikleşmenin durmasına, kadim sorunların çözümsüz kalmasına yola açtı. Bugün Türkiye, hükümetin sert söylemi ile artan toplumsal gerilim ve kutuplaşma yaşıyor. Tarihsel fay hatları hareketleniyor.
Türkiye dış politikada iflas yaşadıysa, içerde kucaklayıcı bir siyasetin ve söylemin olmamasındandır. İflas eden sadece dış politika değil iç politikadır da.
@murataksoy