Müslümanların ‘AK Partililik’ sınavı
Bir önceki yazıyı “Zihnen bölünmüş bir ülkeye Cumhurbaşkanı olmak” (http://t24.com.tr/yazarlar/murat-aksoy/zihnen-bolunmus-bir-ulkeye-cumhurbaskani-olmak,9868) şöyle bitirmiştik: “… önümüzdeki dönemde en büyük sınavı, hangi dinsel cemaate bağlı olursa olsun, hangi siyasal görüşe yakın olursa olsun muhafazakârlar verecek. Muhafazakârların sınavı kamusal alanda seküler dönüşüme devam mı edecekler yoksa AK Parti devletinin dönüştürdüğü topluma itaat mi edecekler?
Kısaca muhafazakârlar, AK Partililik ile Müslüman birey olma arasında bir tercih yapacaklar.”
Yazıya beklediğimden fazla tepki geldi. Tepkilerin çoğunluğu yukarıya aldığım tespite ilişkindi.
Gelen tepkiler yazının sonundaki bu tartışmayı açmayı farz kıldı.
“… önümüzdeki dönemde en büyük sınavı, hangi dinsel cemaate bağlı olursa olsun, hangi siyasal görüşe yakın olursa olsun muhafazakârlar verecek” derken ne anlatmak istedim?
Türkiye’de muhafazakâr kesim, Kürtler ve Aleviler gibi devletin “yasaklı çocuğu” idi. Bu yüzden kurdukları partiler, dernekler, yayın organları kapatıldı, yasaklandı ve denetlendi. Bu kesim, sürekli devletin gözetimi altında kaldı.
Muhafazakârlar, 1970’lerden 80’lerin başında kadar devletin, sola ve Kürtlere karşı ideolojik olarak kullandığı “araç” olduysa da, yasaklı çocuk olma hali devam etti.
Dünyada küreselleşme ile yükselen kimlik politikaları Türkiye’de de etkili oldu. Muhafazakârlar, Kürtler, kamusal alanda daha görünür olmaya, görünür oldukça da siyasallaşmaya başladılar.
Muhafazakâr kesimin kamusal alana çıkarak açık bir siyasallaşma yaşaması, özellikle de başörtüsü üzerinden yaşanan tartışma, muhafazakâr “kadın”ın bir siyasal özneye dönüşmesinin yolunu açtı.
Bu dönüşüm sadece kadın ile sınırlı kalmadı. Bütün bu süreçte muhafazakâr kesimde genç eğitimli bir kuşak yetişti. Bu kuşağın en temel özelliği, dünyaya daha açık, bireysel tercihlerde daha özgür, muhafazakâr değerleriyle Batılı değerleri sentezleyerek bir tür “sekülerleşme” yaşamasıdır.
28 Şubat sürecinde muhafazakâr kesim içinde yaşanan iç gerilim, büyük ölçüde bu sekülerleşme ile başlayan siyasallaşmanın kendini siyasal aktöre dönüştürme süreci oldu.
AK Parti iktidarı bu sekülerleşme talebinin taşıyıcısı oldu. Bu süreç, aynı zamanda siyaseten toplumsal taleplerin kamusal alana yansıması, devletin demokratikleşmesini ve kamusal alanda farklılıklara eşit duran bir devlet talebi olarak da kendini hissettirdi.
Bu açıdan 2010’lu yıllara kadar muhafazakâr kesim bir koalisyondu. Kutsal referansları aynı ancak birey, toplum, devlet anlayışları birbirinden çok farklı olan muhafazakârlar AK Parti’nin demokrasi koalisyonunun içinde yer aldı. Bu koalisyonun bir parçası da devletin demokratikleşmesini talep eden laik kesim oldu.
AK Parti, bu koalisyonu bozdu.
AK Parti, 2010’lu yıllardan sonra esas taşıyıcısı olan sekülerleşen bir muhafazakâr kesim yerine kendisinin inşa ettiği lümpen bir AK Partililiğe tercih etti. Partiden devlete terfi eden AK Parti, kendini dünyalılaştıran bir kimliği değil, kendisine meşruiyet sağlayan bir kimliği inşa etmeye soyundu. Dünya ile bağı kopan AK Parti, bu kimlikle hem kendini daha güçlü hem de Ortadoğu lideri hissetti. Dünyaya nizam vereni oyun kural bir ülke olma hayali gerçeklikten bağın kopmasına yol açtı.
AK Parti’nin devlet olmaya meyletmesi zihinlerindeki şu gerçeği dışarı vurdu: “Otoriter de olsa özünde devlet iyidir. Devleti bugüne kadar ehil olmayan inşalar yönetti. Biz ehil insanlar olarak bu devleti daha iyi yönetiriz”. AK Parti’nin devlet olduktan sonra, devlet kurumlarına ve devletin kendisindeki değişme baktığımızda; demokratikleşen, küçülen değil tersine tüm kurumları ile genişleyen, özel hayatımıza kadar sızan bir parti devletine dönüşmesini görürüz.
Bugün AK Parti, toplumsal talepleri siyaseten çözen bir parti değildir. AK Parti kendi meşruiyetini sağlamak için bir AK Partili bir kimlik yaratmaya soyunmuş ve devlet imkanlarını buna seferber etmiştir. Toplumsal talepleri çözen değil, toplumu dönüştürmeyi hedefine koymuş bir partidir. Bunu da plebisiter bir çoğunlukla sürdürme arzusunda olan toplumun değil, AK Partililerin partisidir.
Bunun için önümüzdeki dönemde AK Partililerin de içinde olduğu muhafazakârları sadece siyasi değil daha temelde ahlaki bir sınav bekliyor.
AK Parti-cemaat gerilimi bu açıdan hayırlı bir ayrışma, sivil alanda önemli bir kazanımdır.
“… hangi dinsel cemaate bağlı olursa olsun, hangi siyasal görüşe yakın olursa olsun muhafazakârlar”siyaseten büyük bir sınavın eşindedir.
Muhafazakârların tercihinin bir ucunda samimi olarak inanan ve inandıklarını sekülerleşerek kamusal alanda yaşamak isteyen, Müslüman birey/cemaat olmak var. Diğer ucunda İslami bir kimlik ve pratik içinde tüm varlığını parti/devlete bağlamış, eleştirel aklı kaybetmiş, onun çizdiği sınırlar içinde yaşamayı ideolojik olarak tercih etmiş lümpen AK Partililik var.
10 Ağustos’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi bu yüzden sadece Türkiye için Müslümanlar için de önemli bir sınav. Sınavın bir ucunda çoğulculuk ve Türkiye’nin normalleşmesini savunan aday/lar var. Diğer ucunda ise toplumda AK Partililik dışında kalan tüm kesimleri –son olarak “Benim için Gürcü diyen oldu, afedersin çok daha çirkin şekilde Ermeni diyen oldu” diyerek Ermeni vatandaşlarımızı da- öteki ilan ederek meşruiyet arayan bir aday var.
“Kısaca muhafazakârlar, AK Partililik ile Müslüman birey olma arasında bir tercih yapacaklar.”
@murataksoy