Diyanet İşleri Başkanlığı’nı (DİB) nasıl bilirsiniz?
Yıllardır devletin ‘laikliği’nin en büyük engeli olarak gördüğümüz, DİB, Mehmet Görmez’in, kurumun başına gelmesiyle sistematik biçimde hükümetin en önemli “ideolojik” kurumuna dönüştü. Etkisi, alanı, gücü ve bütçesi büyüdü. Kurum, ‘tek parti döneminde’ üstlendiği rolü, bu kez AK Parti’nin ‘yeni Türkiyesi’nde gönüllü olarak üstlendi.
Geçtiğimiz günlerde Mehmet Görmez TV’de gündem üzerine konuşurken, şunları söylemiş; “Tarihte, Diyanet sivil dini yapıları hep koruya gelmiştir. Hem onların hata yapmamalarını sağlamak için çaba içerisine girmiştir. Hem de devletle onlar arasında köprü olarak devletin onları tamamen ezmesinin de önünde engel olmuştur. …
Kırk yıllık bir emekten sonra bütün bunları kuru bir güç tutkusu adına ve uluslararası siyasete müdahale adına bütün bunları heba ettiği zaman, bütün o insanların hukukunu da çiğnemiş olur. Sadece söylediğiniz yapı özelinde bunu söylemiyorum. Bütün dini yapılar için söylüyorum. Elbette hırsızlık kötü bir şeydir. Ancak milletin maneviyatını çalmak çok daha kötü bir şeydir.”.
Herkes AK Parti-cemaat geriliminde bu mesajın son bölümüyle ilgilendi. Kabul edelim ki, Görmez’in konuşmasından alıntıladığım ilk bölümü de en az kamuoyunda tartışılan bölüm kadar önemlidir.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı, egemenliğin yeryüzüne indirilmesidir. Cumhuriyet’in ilanının devamında 3 Mart 1924’te Meclis’te üç yasa kabul edildi. Bunlar; 1) Halifeliğin kaldırılması ve Osmanoğul’ları soyundan olanların Türkiye dışına çıkarılması, 2) Din işleri, vakıflar, ve genelkurmay bakanlıklarının kaldırılması ve 3) Öğrenim ve eğitimin birleştirilmesi’dir.
Bu yasalarla, gündelik hayatın başta eğitim olmak üzere din, hukuk, kültür gibi pek çok alanın sekülerleşip, laikleşmesinin yolunu açtı ve bu alanlarda reformlar birbirini izledi.
Kabul edilen yasalardan birisi 429 sayılı Din işleri, vakıflar ve genelkurmay bakanlıklarının kaldırılmasına dair kanun ile Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Bu kanunu 430 sayılı Hilafetin kaldırılması ile birlikte düşünmekte fayda vardır.
DİB kanununun 1. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti’nde insan ilişkilerine ilişkin olan hükümlerin yasalaştırılması Türkiye Büyük Millet meclisi ile onun kurduğu hükümete ait olup, iyiyle kötüyü ayırd edici İslam dininin bundan başka inançları ve tapınmaları için Cumhuriyet’in başkentinde ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ kurulmuştur.” şeklindedir.
Kanunda açıkça görüldüğü gibi din işleri, DİB’in tekeline alınmış ve dinin “en doğru yorumu” bu kurumun uhdesinde sayılmıştır.
Oysa bu, dinin özüne aykırıdır. Dinin bireysel bir tercih ve yorum olduğu, tarikat ve cemaatlerin gönüllülük üzerine organize olduğunu düşündüğünüzde, çoğulcu olan dini yorumun, devlet tekeline alınarak tek tipleştirildiği, homojenize edildiği gerçeği ile karşılaşırız.
Dinsel görünürlüğün, kamusal alandan özel alana itilmesi ile sınırla kalmayan DİB, “doğru” dini “yorumun” devlet tekeline almakla kalmayıp, bunu özel alanda topluma empoze etmesi dinin sivil yüzünün yok olup, İslam’ın devletleştirilmesinin birincil sorumlusudur.
Tek parti dönemi DİB’nın temel fonksiyonu bu oldu.
Mehmet Görmez’in yukarıda andığım konuşmasının ilk bölümü bu bağlamda çok önemlidir. Ne demişti Görmez; “Tarihte, Diyanet sivil dini yapıları hep koruya gelmiştir. Hem onların hata yapmamalarını sağlamak için çaba içerisine girmiştir. Hem de devletle onlar arasında köprü olarak devletin onları tamamen ezmesinin de önünde engel olmuştur.”. Bu alıntıdan da görüleceği gibi Görmez, DİB’in tarihsel misyonunu sahiplenerek devletin dini yorumlaması ve toplumu yönlendirmesinde bir beis görmemektedir.
Bu açıdan DİB, Osmanlı’daki “Şeyhlüslamlığın” ideolojik olarak devamıdır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte din konusundaki bu süreklilik, ideolojik bir temele dayanmaktadır. Bu ise dinin otoriter zihniyet içinde yeniden üretilmesi ve toplumun denetimi ve yönlendirilmesi için kullanılmasıdır. Bunun sonucu olarak din ve dinsel görünürlük kamusal alandan temizlenmekle kalmamış, özel alanda da kamusal alan içinde eritilmiştir. DİB’in İslam’ın yorumları konusunda da tek belirleyen olması özel alandaki bütün İslam algısını ve yorumunu da tekleştirmiştir. Böylece beklenen ve hedeflenen Müslümanların da homojenleştirilmesidir.
Bugün yaşadıklarımız farklı değildir. İdeolojik sürekliliğin devam ettiği bu iki dönem arasındaki tek fark, tek parti döneminde özel alana sıkıştırılan dini tektipleştiren DİB, bugün, kamusal alanda görünür olan dini yorumlardan birini siyaseten tercih edip, diğerlerini tercih edilene göre homojenize etmeye çalışmaktadır. Görmez’in yukarıdaki konuşmasının ikinci bölümü tam da budur.
AK Parti iktidarı “doğru din yorumunu”, kendilerine yakın fetva makamlarından alırken, bunu DİB üzerinden sistematik hale getirip topluma empoze etmektedir.
Son yıllarda DİB’in, kamusal alanda görünürlüğünün artması AK Parti’nin ideolojik bir tercihinin sonucudur. Görmez, bunu tek parti dönemi DİB’inden daha iştahlı biçimde yerine getirmektedir.
Cemaatin dini yorumu neredeyse din dışı ilan etme noktasına gelen DİB, bu hali ile AK Parti/devlet İslamı’nın temsilcidir.
Bu yüzden DİB, başında kim olursa olsun dini değil siyaseti temsil etmektedir. Geçen gün yazdık. AK Parti meşruiyetini her alanda ‘organik’ kişi ve kurumlarla sürdürüyor. Diyanet’te AK Parti’nin bu alandaki ‘organik’ kurumu.
Türkiye zorunlu din dersinin insan hakkı ihlali ayıbından kurtulamadan, zorunlu din okullarına (İmam Hatip Okullarına) mahkum edilmesi toplumsal bir ihtiyaçtan ve talepten değil, toplumsal mühendisliğin parçası olarak tercih edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu ise, toplumsal kutuplaşmanın da en önemli aracı haline dönüşmektedir. Kötü olan AK Parti’nin bunu siyaseten tercih ediyor ve istiyor oluşudur. Tehlikeli olan da budur.
@murataksoy