Adam televizyona çıkmış, öldürmeye hangi semtlerden başlamanın doğru olacağını anlatıyor. Cihangir, Nişantaşı, Etiler’den başlamalıymış. Ne var ki, henüz bu işi yapmanın zamanı henüz gelmemiş. Yoksa, gelmiş olsa, söylermiş.
Birinci çoğul şahıs konuşuyor. İktidara iftira etmişler, Afrin’de siviller öldürülüyor, demişler. Buna kızmış, yani “biz” zamirini ve fiilde çoğul ekini kullanarak konuştuğuna göre kendisini bu iftiraya uğrayan iktidarla aynı küme içinde görüyor, “Biz buna gerek görürsek, oradan değil, şuradan başlarız” diyor.
Ama onun bu yakınlığı kurduğu cepheden hiç değilse bazı kişiler yakınlıktan, bu samimiyetten hoşlanmamış gibi görünüyorlar. Bu arkadaşın kendilerini, onların düşüncelerini temsil etmediğini söylüyorlar. Adamın ifadesi alınmış falan filan.
Şimdi, bu sözleri söyleyebilen bir adamın varlığını yadırgamak, çok anlamlı değil. Toplumlar inanılmaz derecede karmaşık ve heterojen varlıklar. Her türlü eksantrik, her türlü radikal (böyle “cinaî” denecek derecelere de varan), her türlü fantastik düşüncenin bir savunucusu çıkar. Türkiye’de siyaset her zaman anormal bir sertlik içerdiği için, bu adamın her nasılsa ortaya çıkmış, benzersiz bir kişi olduğunu da düşünmemeli, sanmamalıyız. Şimdi onu kendi cephesinden eleştirenlerin birçoğu da aynı düşünceleri paylaşmakta, ama bunları açık açık söyleme zamanının gelmediğini düşünmektedir. Ayrıca, onların karşısındaki cephede yer alanların arasında aklı tamamen aynı paradigmalar içinde çalışanların da sayısı hiç az değildir.
Yani, diyeceğim, öldürme işine hangi semtten başlanacağını düşünmüş ve kendince doğru sıralamasını yapmış olan kişiyi, kişileri AKP iktidarı yaratmadı, ama onlara yaslandı, onların güvenini ve desteğini –ve oyunu- kazandı.
Onları yaratmadı ama onların “halisane” duygularını kamuflaj ihtiyacı duymadan dile getirebildikleri ortamı yarattı.
Toplumlar böyledir. Her zaman, her türlü insanı barındırırlar; ama bu insanların hepsi her an yüksek sesle konuşmaz. Siyasetle hiçbir ilgisi olmayan bir örnek vereyim: Bir zaman gelir, musikide tiz sesler revaçta olur; bir zaman sonra bakarsınız moda değişir, pes sesler aranmaya başlar. Dolayısıyla bunlardan hangisi rağbet görüyorsa, o tür sesi olanlar daha çabuk tanınır, sevilir, ün kazanır v.b. Öbür türlü sesi olanlar da gene vardır, her zaman vardır ama onların sesi aynı şekilde duyulmaz, uzun boylu aranmaz.
Bu ülkede, yukarıda geçerken söylediğim gibi, siyaset hiçbir zaman “ılımlı” olmadı. Gerilimsiz yürümedi. Ama şimdiye kadar, “Öldürmeye filan semtten başlarız” diye konuşan da olmamıştı. AKP iktidarının toplumda ne gibi “yetenek”leri kendi çekimi içine aldığını çok iyi sergileyen bir gösterge bu. Birkaç yıldır her gün birilerine öfke ve nefretle bağıran bir “reis” figürü görüyoruz. Onu gördüğümüz gibi, çevresini sarmış, hayatta başarılı olmanın onun yaptığı gibi yapmaktan geçtiği dersini almış bir kalabalık da eksik değil.
Türkiye’nin bu dönemi (2014’ten bu yana özellikle) insanların duysalar da dile vurmaktan çekindikleri duygu ve düşüncelerini övünmek ve kendi cephelerinde prim toplamak için açıkladıkları dönem oldu.