Meclis açılmış, açılış konuşmasını da Cumhurbaşkanı yapmış. Bu konuşmasında Cumhurbaşkanı Meclis’in bundan böyle fazla bir “kıymat-i harbiyesi” kalmadığını belirtmek için (olsa gerek) “yürütmenin tek muhatabı Cumhurbaşkanı’dır” demiş. Evet, aslında bu ülkede “AKP iktidarı kuruldu kurulalı, tek muhatap Tayyip Erdoğan. “Sistem içindeki tüm vesayet mekanizmaları ortadan kalktı” cümlesini de kurmuş Cumhurbaşkanı. Bu cümlenin asıl anlamı da “Bana direnebilecek ya da yaptığım işi durdurabilecek ne varsa ortadan kaldırdım. ‘Kuvvetler Ayrılığı’ diye bir şey bırakmadım.”
Cumhurbaşkanı bu arada Amerika’ya gidip Birleşmiş Milletler’e yeni biçim verme girişimini başlattı; Almanya’ya da gidip yeni “Türk-Alman ilişkileri” dönemini başlattı. Bu “yeni” ilişkilerin bir maddesi de Can Dündar’dı herhalde. Cumhurbaşkanı Can Dündar hakkında düşüncelerini açıklamış. Onun bu düşünceleri bizim için yeni değil, çünkü bundan önce sık sık tekrarlamıştı; ama demek ki Almanya’da bir kere daha üstünden geçme gereği duymuş.
Cumhurbaşkanı Can Dündar’ın şimdi Türkiye’de olsa hapiste olacağını söylüyor. Oysa Can Dündar mahkeme kararıyla serbest kalmıştı. Demek ki, Cumhurbaşkanı bir yolunu bulup onu yeniden içeri tıktıracakmış.
“Yürütme”nin “tek muhatabı” olduğunu söylüyor ama yargıda olup bitenlerin asıl muhatabının da o olduğunu biliyoruz. Onun için “Can Dündar şimdi hapiste olurdu” diyorsa, elbet bildiği vardır. Dediğine inanmak gerek.
Cumhurbaşkanı bunu söylemekle yetinmedi. “Can Dündar ajandır” dedi.
Bunu da öteden beri söylüyor ve savcıları da bu mantıkla Can Dündar hakkında (ve çeşitli gazeteciler hakkında) iddianame yazıyorlar. Suriye gönderilen malzemenin ne olduğunu yazmak “casusluk” oluyormuş.
“Casus” dediğimiz adamın kim olduğunu, ne yaptığını anlatmak için ilk olarak bir devlet adına çalışan biri olduğunu söyleriz. Can Dündar’ın ve bu silah konusunu haber yapan başka gazetecilerin bunu hangi devlete hizmet etmek üzere yaptıklarını bilmiyoruz. Bunu dava konusu haline getiren savcılar da iddianamelerinde böyle bir bilgi vermiyorlar. Böyle bir bilgiyi merak ettiklerine dair bir belirti de görülmüyor.
Gene “casus”la, “casusluk”la ilgili temel bir bilgi, bunun son derece gizli bir konu olmasıdır. Casus, hesabına çalıştığı devletin gizli görevlisidir. Onun için topladığı bilgiyi gizlice toplar ve bu bilgiyi o devlete gizlilikle verir. Topladığı bilgiyi gazetede yayımlayan bir casus, casusluk tarihinde görülmemiştir. Medyada yayımlanan bilginin alıcısı herhangi bir devlet değil, o ülkenin kamuoyudur. Kamuoyu da ajan, casus çalıştırmaz.
Bu suçlamalara yol açan bilginin daha önce de açıklamış olduğu bütün bu mahkeme süreçlerinde sık sık söylendi. En son, Enis Berberoğlu’yla ilgili karar şerh koyan bir yargıç da bu bilginin bir dergide daha önce yayımlandığını, dolayısıyla “gizli bilgi” olmaktan çıktığını yazdı. Yani bu, bir “yargıcın şerhi” olarak kayda geçti. Ama kayda geçmesi , Cumhurbaşkanı’nın “Can Dündar bir ajandır” Almanya’da demeç vermesine engel olmadı.
Peki, bu “daha önce yayımlanmıştı” hikâyesi ne demek oluyor?
O hikâye bir “olgu” olarak, orada duruyor. “Bu casusluktur, suçtur!” diye bağırıp çağıranları ve başta Cumhurbaşkanı’nı, görünüşte, hiç ilgilendirmiyor. Bunu da anlamak mümkün değil. Madem olay böyle ciddi bir suç ve bu kadar insanı yıllarca hapiste tutmayı gerektirecek bir ağırlık taşıyor, bunu ilk bildiren hakkında herhangi bir girişim olmaması tuhaf değil mi?
Yanlış anlaşılmasın: Ben bunu daha önce bildirmiş olanın da bir suç işlediğini düşünmüyorum. Toplumu bilgilendirmek bence son derece onurlu bir iştir ve “bilgi”nin iyisi, kötüsü diye bir ayrım yoktur. İşin doğrusu neyse, onu ortaya koymaktır, kendine “gazeteci” diyen kişinin yapması gereken. Ama ortada hüküm v.b. yokken “ajan” diye konuşan birisinin bu konuda tek bir kelâm etmemesinin bir açıklaması olmalı.
Bir sözlüğe bakayım dedim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1995’te yayımladığı dört ciltlik sözlükte “Casusluk” şöyle tanımlanmış: “Yabancı bir ülkeye bildirmek üzere diğer bir ülkenin sırlarının elde etmek için yapılan faaliyet.”
Casus da şöyle: “Bir devletin veya bir kimsenin sırlarını başkasının hesabına öğrenmeyi üstüne alan kimse.” Bunları tartışılan konuya pek benzetemedim ama Tayyip Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı “Yeni Türkiye”de birtakım kelimelerin sözlük anlamlarının da değişmesine kendimizi alıştırmalıyız herhalde.