Başında Tayyip Erdoğan ya da bir başkası, iktidara gelmiş bir "İslamcı" partinin, bu ülkede geçerli olagelmiş, hayatımızın konturlarını belirleyen kurallar, teamüller karşısında fazlaca saygılı davranmasını beklemiyordum. Çünkü bu "İslamcı" sıfatıyla nitelediğimiz siyasi çizgi ve onu çeşitli aşamalarda temsil etmiş siyasi kadrolar, zaten bunlara karşıdırlar ve varlıklarını da bu karşıtlık üzerinden kurarlar. Bütün bir "Cumhuriyet tarihini" ve hatta II. Mahmud sonrası Batılılaşma çabalarının tamamının bu toplumun gerçek çocukları olmayan birilerinin aslında İslamcılar'ın hakkı olan iktidarı gasp etmiş zıpçıktılar olduğuna inanırlar. Böyle düşünen bir siyasi çizginin temsilcilerinin bu kadroların çıkarmış olduğu yasalara v.b. saygılı olmasını beklemek pek akıl kârı değil.
Ancak, her toplumun içinde ideolojik farklılaşmalar, kutuplaşmalar olabilir ve çoğunda vardır. Tabii ayırıcı çizgilerin yanı sıra iç dengeler de vardır. Bu dengeler genel yapıya beğenerek bakmayan siyasi kadrolara karşı da bir "fren" işlevi oluşturabilir. Türkiye'nin Cumhuriyet tarihi boyunca da böyle oldu ve genel düzeni bu gözle gören İslamcı siyasi çizgiyi iktidarın uzağında tuttu. Daha yakın zamanlarda koalisyonlar yoluyla iktidardan pay alan İslamcı partiler de, Cumhuriyet gelenekleri karşısında ihtiyatlı davranma gereğini duydular. Ancak, 12 Eylül cuntasının "Atatürkçü diriliş" inancıyla kurduğu yarı-faşist düzen bu gelenekleri de erozyona uğrattı. Demirel - Özal kavgaları Türkiye'de ana siyasi akım olma çabasında "orta-sağ" çizgiyi fena halde yıprattı. Doksanlı yıllarda düzen partilerinin sergilediği beceriksizlikler, şaşkınlık herkesin "düzen" olarak bellediği ve dolayısıyla dikkat etmediği çürümeye yol açtı ve AKP kendini iktidarda buldu. AKP, karşılaşacağını mutlaka öngördüğü muhalefet eylemleriyle karşılaştı: Ordunun göreve çağrıldığı mitingler yapıldı, cumhurbaşkanlığı sürecinin kendine özgü "aritmetiği" yaşandı v.b. Bunlar herhalde "beklenmedik" şeyler değildi ama beklenmedik biçimde kof çıktılar; AKP herhalde kendisini de şaşırtan bir etki artırımı ile iktidara iyice oturdu.
Belki bu beklenmedik kolaylık bu zamana kadar ipleri iyiden iyiye eline geçirmiş olan (ve dolayısıyla "zafer"in şanını kuşanan) Tayyip Erdoğan'ın yasa masa gözetmeden bugünlere gelmesine yol açmıştır.
Tek başına iktidar olmayı başaran İslamcı cephenin bu iktidarını "daim kılmak" üzere tedbirler alması elbette olağandır. Bu tedbirlerin başında kendi burjuvazisini yaratmak gelir (Bu memleketin tarihinde siyasi partilerin tümü aynı içgüdüyü ve davranışı göstermiştir). Bütün o "beşli çete" stratejileri, hikâyeleri uzayıp giden ihaleler bu girişimin gitgide pervasızlaşan tezahürleridir.
"Yolsuzluk" dediğimiz şey öncelikle "ekonomi" dediğimiz alanı ilgilendirir: boğaz ağrısının boğazı, diş ağrısının dişi ilgilendirdiği gibi. Ama "münferit" değil de "sistematik" olacaksa, bunu mümkün kılacak bir yapılanma gerekir. Erdoğan bunu sağlamanın yolunun kendi iradesine bağlı davranan bir "yargı" yaratmaktan geçtiğini biliyordu. Yargı erkini kendi zihnindeki "ideale" göre yeniden biçimlendirmeye girişti. Bu idealin kökleri "Hilafet" kavramında mı yatar, nereden çıkar, bilmiyorum ama sonuç olarak "emreden" bir "tek adam" ve emri yerine getiren bir yargı mekanizması modeline göre işler. Bu bürokratik işler fazla uzatmadan yapıldı ve böylece Türkiye "Erdoğan hukuku" ile yaşayan bir topluma dönüştü. Bunu "hukuksuz yaşamak" diye de niteleyebiliriz. Hukuku bir hukuki sıfat taşıyan kimseler eliyle yok ettik.
"İslamcı" bir siyasi partinin meydanı boş bulacak olursa buna benzer (bu kadar "abartılı" olmasa da) bir "kadılık" sistemi kurması da büsbütün beklenmedik bir şey değildi. Bu sistemin "kazaskerleri" de kolayca bulunurdu. Nitekim bulundu.
Ama Kolombiya'dan sefere çıkan gemiler, yoktan varolan Türk filoları, Zarrab serüvenlerine cesaret etmeler ve bütün bunları yaparken takınılan vurdumduymaz tavır, "ben yaparım olur" rahatlığı, "beklenti" sınırlarını aşıyor. "Neye güvenerek?" diye düşünüyor insan ama bunlar oldu, oluyor ve AKP iktidarı yerli yerinde oturuyor, bunları yapıyor. Adama "ahmak" diyor; o da "ahmak sensin" diye cevap veriyor -ve "yargıçlara ahmak dedi" diye olmadık bir cezaya çarptırılıyor. Bu arada ilk "ahmak" diyene "hakaret etti" denmiyor! Yani, uzatmayayım, aklı, mantığı çiğneyen davranışlar, göz çıkaran haksızlık, hukuksuzluklar. Bunlar, bugün normal, gündelik hayatımızın olağan vakaları.
"Neye güvenerek diye düşünüyor insan" dedim ya, "acaba" diyorum, "Acaba Tayyip Erdoğan bu gibi uygulamalarla bir 'perçinleme' mi yapmak istiyor? Yani, "kaybedersek ne olur?" sorusunu soran, "Canımıza okurlar" diye cevap veren ve böylece iktidarın çevresinde kenetlenen, çok şeyi göze almış bir "ordu" yaratmaya mı çalışıyor?
Erdoğan kendisine muhalefet eden, kendisini eleştiren hiç kimseyle birlikte yaşamaya razı olabileceğini gösteren herhangi bir davranışta bulunmadı. "Ananı da al git" ağzıyla konuşmayı tercih etti; "doktorlar burada durmak istemez hale geldiler" dediler, "Bırakın gitsinler" diye cevap verdi. Tayyip Erdoğan kendisiyle aynı değer ve düşünceleri paylaşmayan insanlar "çözüm" olarak kapıyı gösteriyor. "Beğenmiyorsan, yallah!" İşte Boğaziçi Üniversitesi... Benzeri görülmemiş bir süreç. Bunca öğretim üyesi -ve öğrenci- bu kadar zamandır bu direnişi gösteriyor. Erdoğan oralı değil. Onlar da gidebilir. Erdoğan'a göre bu bir kayıp değil, kazanç olur.
Yani, sonuç olarak, "Bu seçim en kritik seçim" diyenler yanılmıyorlar. Çünkü, evet, bu seçimi bir şekilde (seçeceği yöntemlerle) kazanan Tayyip Erdoğan Türkiye'yi kendi beğendiği Türkiye haline getirmek üzere harekete geçecektir. İşte o zaman, Erdoğan kendi onayladığı "demokratik düzeni" kurmuş olacaktır.
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |