Amerika’ya kafa tutmak hiç kolay bir şey değildir. Böyle olduğu için de bunu yapan kişi – ya da kral, ülke v.b. - yaptığı için genellikle takdir toplar. Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyada oynadığı rol malum. O rolden ötürü kafa tutan pek çıkmıyor; ama aynı nedenle alttan alta diş bileyen de çok; dolayısıyla biri “kafa tutunca” beğeniliyor.
Peki, “diş bileyenler,” aynı nedenle mi diş biliyor? Amerika dünyanın bir numaralı kapitalisti. Kendi ülkesinde bunu alabildiğine sürdürmeye, ama aynı zamanda bütün dünyada da korumaya kararlı. Bunun için de adına “emperyalizm” deyin, “dünya jandarmalığı” deyin, bir sistem kurmuş. Vietnam Savaşı da, Şili’de Pinochet darbesi de, bu sistemin işleyişinin sonuçları arasında. Soğuk savaş boyunca gözlemlediğimiz “Amerika müttefikleri” sistemin “oyuncular kadrosu”nu gösteriyor: İran Şahı, Somoza Batista, Marcos, Noriega, bütün bu mümtaz şahsiyetler bunlar arasında. Baba Bush’un Grenada’ya, oğul Bush’un Irak’a müdahaleleri “kendinde müdahaleye hak görme” noktasında aynılaşıyor. Uzatmayayım; bu rolünden ve bu davranışlarından ötürü Amerika’ya diş bileyen çok.
Ama Kore hükümdar hanedanı III. Kim’in Amerika’ya diş bilemesi ve kafa tutması (Erdoğan’ınkine kıyasla çok daha radikal) bunlarla aynı kümede ele alınabilir mi? Usame Bin Ladin’in 11 Eylül eylemi “doğru” bir kafa tutma mıdır? Gene kısacası, Amerika’ya kafa tutmanın her örneği doğru ve haklı mıdır? Hayır.
Aynı şekilde Amerika’nın her müdahalesi için “haksızdır” demek de doğru olmaz. Saddam’ın Kuveyt işgaline, Miloseviç’in Kosova halkına yaptıklarına müdahale edilmesi gerekiyordu.
Bunlar olurken de yazdığım gibi bence doğru olan Birleşmiş Milletler’in müdahale etmesiydi. Ama o edilgin kalınca (bu da bir “komplo” olabilir) NATO ya da Amerika işi üstlenmiş oldu. Bu, ayrı bir sorun.
Peki, gelelim bizim kafa tutmamıza ve Amerika’yla inatlaşmamıza. Amerika vize kararını konsolosluk çalışanının tutuklanmasına tepki olmak üzere verdi. O kişi hakkında, iktidarın yanında saf tutan bir yığın iddia var. Benim bunların doğruluk derecesini değerlendirmem imkânsız. Suç olan bazı eylemleri yapan kişiye, bilmem nerenin çalışanıdır diye, “kapitülasyon” zamanında olduğu gibi, bir dokunulmazlık tanınması elbette mümkün değildir. Ne var ki, bu dönem bazı “tutuklama” olaylarının doğruluk derecesini pekâlâ değerlendirebilecek durumdayım. O medyada çıkan iddiaların, bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkan açıklamaların, savcıların yazdığı iddianamelerdeki suçlamaların gerçeklikle herhangi bir ilişkisinin olmadığını rahatça görebiliyorum. Onun için bu durumda da, suçlamaların geçerliliğine inanmam için daha çok somut bilgiye ihtiyacım var. Bugün söylenenlere güvenmem için de neden ya da inandırıcı örnek yok.
Dolayısıyla “haklılık” konusunu şimdilik bırakalım.
“Amerika’ya kafa tutmak yürek ister!” Neden? Çünkü Amerika çok güçlü.
Bundan benim çıkaracağım sonuç, “Öyleyse Amerika’ya kafa tutmamalı” diye bir sonuç değil. Kafa tutmakta haklı nedenlerin varsa, kafa tutarsın. İlkelere güvenmek bir karar sorunudur. İktidarların ilkelerden daha güçlü olduğunu herkes bilir; ama bunu bilerek ilkelerden yana tavır alanlar da her zaman olmuştur.
Şu anda Amerika’da kaç kişi Türkiye vizesi almak için sıraya girmiş ve ne amaçla Türkiye’ye gelmek istiyor? Türkiye’de kaç kişi Amerikan vizesi kuyruğunda ve ne yapmak üzere Amerika’ya gitmek istiyor? Bu restleşme durumunun benzerini Almanya ile yaşıyoruz. Aslında bütün Avrupa Birliği ülkeleriyle yaşıyoruz. “Yurtta sulh, cihanda sulh” çok edilgin bir tavırdı ve “monşerler” elinde kalan Türk diplomasisi herhangi bir mertlik gösteremez hale gelmişti. Bugünkü iktidarın bakışı böyle özetlenebilir. Kendileri de her fırsatta bunları söylüyor zaten. Şimdi, bu iktidarın sayesinde “yurtta OHAL, cihanda kafa tutma” denebilecek bir noktaya geldik. Her cephede savaşıyoruz.
Bunun bir başarı olduğu kanısında değilim. Türkiye’nin geçmişteki dış politikasında eleştirecek çok şey olduğunu biliyorum. Cezayir’e karşı Fransa’nın yanında oy kullanmış olmamız yeterli ayıp. Ama bir cumhurbaşkanının korumalarının ziyarete gittikleri ülkede adam dövmelerinin o ülkeye şeref kazandırdığını düşünmüyorum. Geçmişteki dış politikada eleştirecek birçok şey bulunsa da bugünkü fevrilik üslubunun bundan iyi olduğuna ya da ülkeye bir şey kazandırdığına inanmıyorum.
Ama popülizm çerçevesinde puan toplar, o başka.