Suriye politikası ne oldu? Değişti mi, değişmedi mi? Gazetelere bakıyorum. Yazılanlardan "değiştiği" sonucuna varıyorum. Bu da şaşırtıcı. Çünkü "Suriye politikası" diye bir şey varsa, Tayyip Erdoğan bu konuda bir şeyler söylediği için var. Tayyip Erdoğan'ın söylediği sözlerin birinci özelliğiyse değişmemeleridir. Bir sözü Tayyip Erdoğan kadar kesinlikle, güvenle söyleyen kimse görmedik. Örneğin Süleyman Demirel "Dün dündü; bugün bugündür" yollu bir şeyler söylemişti. Bunun benzerini Tayyip Erdoğan'dan bekler misiniz?
Ama olay gözümüzün önünde cereyan ediyor ve, evet, Tayyip Erdoğan'ın söyledikleriyle çizilmiş olan "Türkiye'nin Suriye politikası" değişiyor. O söylenenlerin kaynağı ya da kaynaklarından biri Davutoğlu'nun derinlikleri olabilir ama bu önemli değil- Erdoğan söyleyinceye kadar "Türkiye'nin politikası" olması söz konusu değildi.
Tayyip Erdoğan geçen gün bir konuştu- yani konuşmadığı gün yok da, bu konuda kesin bir şey söylemek üzere konuştu; dedi ki, "Suriye'de olmamızın nedeni Esed'in buradan gönderilmesini sağlamak içindir." Yani bu anlama gelecek bir söz söyledi ve ekledi: "Bunun başka bir nedeni yoktur. Kimse başka anlam vermesin." Her zamanki kesin ve öğretici-belletici tonuyla bunları söyledi.
Derken Rusya'dan bir ses geldi. Erdoğan'ın bütün netliğine rağmen, Ruslar, "Anlamadık," dediler. "Biz teröre son vermek üzere oradayız." Üstelik, açıklama beklediklerini de beyan ettiler.
Bunun üstüne Tayyip Erdoğan da açıkladı; açıkladı ki Türkiye teröre son vermek üzere Suriye'dedir. Bunu da başka türlü yorumlamak ahlâksızlıktır, şerefsizliktir - yani bu minval üzere bir şeyler söyledi ve bu sefer Ruslar anladılar ve ötesini kurcalamadılar. Biz biraz daha zorluk çektik anlamakta: Esed'i Suriye'den gönderme zorunluğuyla arada teröre son verme gereğinin aynı şey olduğunu kavrayamamıştık. Hâlâ da çok iyi kavradığımız söylenemez.
Sonra gene aradan birkaç gün geçti ve üçlü bir anlaşma imzalandı. Bu üçün biri biziz. İmzalanan metnin adı "Moskova Bildirisi" ve Esed'in Suriye'den gönderilmesi üstüne herhangi bir cümle içermiyor.
Başbakan Binali Yıldırım bu metnin içermesi gereken şeyleri içerdiğini söylüyor. Madem böyle, demek ki Esed'in gönderilmesini içermesi gerekmiyormuş.
İnsanın kafası karışıyor: Gerekmiyorsa bütün o söylenenler neydi- hem de kaç yıldır?
Kafamız böylece karışmış olarak AKP yönetiminde geçen yıllara bir daha baktığımızda, bunun tek olay olmadığını -şüphesiz gene çok şaşırarak- görüyoruz. Örneğin Ergenekon tutuklama ve yargılamalarının başladığı bir dönem var. O zaman Başbakan olan Tayyip Erdoğan bu hukukî sürecin orkestra şefi konumunda olan savcı hakkında bize garanti veriyor. "Ben ona kefilim," diyor. Aradan çok uzun bir zaman geçmeden, aynı savcının çok kötü bir adam olduğunu ve hiçbir sözüne inanılmaması gerektiğini gene aynı mercilerden öğreniyoruz.
Sonra zaten o davalar, hokus pokus, ortadan kalkıyor. Savcıları, yargıçları tutuklanıyor ya da kaçıyorlar, aranıyorlar. Türkiye, "FETÖ ile topyekûn savaş" dönemine giriyor. Cumhurbaşkanı "Rabbim bizi affetsin" diyor.
Bir yandan da, malûm bankadan havale yapanlar işten atılıyor vb.
Bunların Rabbim affına uğramayanlar olduğunu tahmin ediyoruz.
Tayyip Erdoğan bir "solist." Çıkıyor, konuşuyor, söylüyor. Ama onu bir kısa zaman aralığıyla izleyen bir koro da var. Erdoğan soloyu bitirdikten az sonra koro ezgiyi kaldığı yerden alıp terennüme başlıyor ve bu terennüm uzun süre devam ediyor. Solistin kesinliğini ve kararlılığını koro da sürdürüyor.
Gelgelelim şu son örnekte bir kere daha görüldüğü gibi bu kesinlik ve kararlılık aniden değişebiliyor. Bunun, koronun performansında bir sorun yaratmasını beklersiniz. Yani, şimdi koro, "crescendo," "Zalim Esed! Git oradan! Bir daha görünme!" şarkısını söylerken birdenbire "Sevgili ÖSO! Git Esed'le anlaş!" faslında çark etmenin kendine göre güçlükleri olmalı.
Ne var ki "solist" olsun, "koro" olsun, bu güçlüklerin ayaklarına takılmasına meydan bırakmadan yollarına devam ediyorlar. Her durumda haklı olduklarını bilmenin verdiği huzur içinde yollarına devam ediyorlar. Zaten dün, "Bu beyazdır! İtiraz edenin gözünü patlatırım!"dan "Bu siyahtır! İtiraz edenin gözünü patlatırım"a geçişte "gözünü patlatırım" kısmı hiç değişmediği için devamlılık, tutarlılık gibi ögelerde bir arıza çıkmıyor.
Her şey yerli yerinde. Değişen bir şey yok. Endişeye mahal yok.