Britanya’daki referandumda, iki büyük parti, kendi içlerinde bölündü. Tory’ler (muhafazakârlar) öteden beri AB konusunda gönülsüz, isteksizdir. Ama Cameron başta olmak üzere, “kalalım” tutumunu savundular. Şüphesiz parti destekçilerinin çoğu da onlar gibi davrandı.
Britanyalı, özellikle İngiliz, adalıdır, ayrıca imparatorluk sahibidir. İmparatorluk geçmişte kaldı ama verdiği büyüklük duygusu kolay kolay geçmez. İngiliz, AB gibi “kendi üstünde” otoriteye gelemez. “Önderlik” yapmak üzere “kıtalı” ile yan yan yana gelebilir; ama Amerika’dan başkasının kendine önderlik yapmasından hoşlanmaz - Amerikalı da ne olsa, Britanyalı’nın uzantısı.
Bunlar “ayrılalım” dedi.
Labour, bu Avrupa konusunda daha AB’ci bir tavır alagelmiştir ama bütünüyle öyle değildir. Britanya’nın AB’ye katılmasından bu yana, Labour tabanının AB’ye bakışı çok daha fazla bozulmuştur. Onun için vardığımız bu noktada, verilen oyda, Muhafazakârlar’dan çok Labour tabanının etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Britanya’da sanayi durdu, madenler (kömür) kapandı vb. Klasik “proletarya” bitti. Bunun getirdiği çöküntüyü yaşayan kentler, Sheffield, Leeds, Newcastle, Blackpool benzerleri, başlarını AB’den bildiler ve “ayrılma” dediler.
NYT, Sunderland’da, referandum akşamı, bir işçi sınıfı pub’ını anlatıyor. Sunderland da bu göçen kentler arasında. Televizyon sonuçları veriyor: Borsa düşüyor vb. Yaşlı bir işçi, tezgâhı yumrukluyor, “Benim hissem yok! Bankada param da yok! Olanlar düşünsün!” diye bağırıyor. Bütün pub ahalisi onaylıyor.
Böyle bir sahne öncelikle referandumun nasıl bir psikolojik atmosferde cereyan ettiğine ışık tutuyor: İrrasyonel bir öfke ortamı!
Londra’ya gidin, çok canlı. Çok pahalı, ama kimse oralı değil. Işıl ışıl. Kıvıl kıvıl.
Çünkü Avrupa’nın finans merkezi. Şimdi çekilme kararı uygulanırsa bu durum herhalde devam etmeyecektir. Bu, ayrı hikâye.
Ama Britanya’nın her yeri Londra gibi ışıldamıyor. Manchester dokuması, Sheffield çeliği tarihe karıştı gitti. Oralara gidip bakınca hemen gözünüze çarpan bir sefalet manzarası yok. Ama Ken Loach’un filmlerinde önümüze serdiği, varlık nedenini kaybetme psikozu yaygın ve egemen. Britanya işçi sınıfı dünyanın kaybedenleri arasında.
Bu, dünden bugüne olmuş bir şey değil. 1979’da oradaydım. Camden Town’da, bir açık pazar yerinde, yanımdan içkili biri geçti: Sabah saat on bir gibi, adam -belli ki işçi - körkütük. Kurulmuş gibi söyleniyor: “Kahrolsun yabancı göçmenler… Kahrolsun yabancı göçmenler…”
İnsanoğlu başına gelen her kötülük için bir “yabancı” sorumlu arar. Bu adam belli ki işsiz, onun için sabah akşam içiyor ve onu işsiz bırakan yabancılara lânet yağdırıyor. “Polonyalı muslukçu” gelecek ve “İngiliz muslukçu”yu işsiz bırakacak.
Pakistanlı bakkalı ya da onun oğullarını döven İngiliz işçi çocukları “Skinhead”ler de olayı başka bir boyutunu gösteriyor. Öfte, şiddete yol açar hemen.
New York Times’ta bir karikatür vardı: “Ayrılma” kararından sonra iki Britanyalı… Biri soruyor: “Şimdi kime kabahat bulacağız?”
Tam da bu. İki üç cümle ile özetleyecek olursak: Britanya nicedir bunalımda. Eski “Büyük” Britanya değil; kapitalizm de eski kapitalizm değil. Dolayısıyla kaybeden çok, öfke de çok. “Bütün bunlar AB yüzünden oluyor” inancı vardı ve yanlış bir inançtı. Sağdan birileri (Johnson, Farage ve başkaları) bu ruh halini kullandılar ve gerçekdışı iddialar üstünden yürüyen bir kampanya başlattılar. Böylece bu noktaya geldik.
“Haftada şu kadar Avrupa’ya kaptırıyoruz” diye bir iddia. Aslı esası var mı? Yok.
Siyaset âleminde iddianın doğruluğu birinci derece önemli değildir. Bugünlerde Türkiye’de de her gün gözlemlediğimiz gibi, demagojinin kural olduğu bu ortamda “doğruluk” değil “inandırıcılık”tır birinci derece doğru olan. İnsanların inandığı yalan, en az (tekrar, “en az!”) doğru kadar etkilidir. Şimdi bu her hafta Avrupa’ya kaptırılanın ne olduğu ve ne olacağı da bu yalanlar ırmağında geçip gidecek.
Kim “kalalım” dedi? İskoçya ve Kuzey İrlanda. Londra. Aydınlar. Gençler.
Sonuncusu çok önemli. 35’in altındaki her nüfusta “kalalım” diyenler bayağı çoğunlukta. Tabii tersi de geçerli: 35’in üstündeki nüfusun çoğunluğu “ayrılalım” diyor. Kimin gelecekte ağır basacağı üstüne düşünebiliriz; ancak, bugün için, olan oldu.
Yukarıda sıraladığım, kendiliğinden oluşmuş ittifakın ögeleri anlamlı: “İskoçya ve Kuzey İrlanda. Londra. Aydınlar. Gençler.” Bize, içinde yaşadığımız dünya hakkında bir şeyler söylüyor: Conservative Party /Labour Party ayrımı değil bu. Öyle bir ayrımı dikine kesen başka bir bölünme biçimi. Temelleri büyük ölçüde 19. yüzyılda atılan bir “siyasî yelpaze”nin ögeleri değişiyor.
Bizim yakın tarihimizde Avrupa Birliği’ne “katılalım/katılmayalım” tartışması bazı bakımlardan bunu andıran oluşumlar yaratmıştı.
Sağ şöyle, sol böyle tavır almıyordu. (Tabii Türkiye’nin tarihi ideolojisine göre “sağ” ya da “sol”) Partiler de, sınıflar da, kendi içlerinde bölünmüştü.
Bunları gözlemlemenin, dikkate almanın, bu yeni eğilimlere göre yeniden yapılanmanın zamanı çoktan geldi bence. Geldi ve geçiyor. Dünyada böyle: Türkiye’de özellikle böyle: Türkiye’de özellikle böyle çünkü Türkiye direksiyon hâkimiyetini kaybetmiş bir araç gibi, yokuş aşağı, görünmeyen bir yere doğru gidiyor. Böyle bir gidişin üreteceği ayrışma ve kamplaşmaların Britanya referandumu kadar rasyonel olamayacağı besbelli.
Şimdi, Britanya’daki referandumun Avrupa içinde ve dünya çapında etkilerine göz atmanın sırası geldi.