Yazının başlığındaki iki kavram, Dil Devrimi’nin bitmez tükenmez cilvelerinden birinin sonucu olarak, “çok” kelimesinden türetilmişler. Dolayısıyla birbirleriyle akraba oldukları izlenimi veriyorlar. Bir akrabalı var diyelim; “çok iyi” ile “çok kötü”nün akraba olması gibi bir şey. Ne ise onun çok olanından yani.
Epey uzun bir zamandır “çoğulculuk” iyi bir şey olarak belletilmiş, ve öyle bellenmiştir, dünyada ve bizde. Bunun görece yeni bir gelişme olduğu söylenebilir, çünkü eski dünyada bu kavramın anlattığı şey bir yolunu bulup yok etmek gerek bir şeydi. Makbul olan “homojenlik”ti.
Örneğin, Frenkçe’den gelen “parti” ve bizim onu karşılamak için seçtiğimiz “fırka”, eskiden olumsuz çağrışımlara sahipti. “Fırkacılık yapmak”, bugünkü “bölücülük” kabilinden bir şeydi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, Nazi vahşetini de yaşayan dünya, çoğulluğun bir erdem de olabileceğini düşünmeye başladı. Başladı da bunu iyice benimsedi mi? Benimseyenler var, ama benimsemeye hiç hazır olmayanlar da var. “Çoğulculuk iyidir, dedik; ama onun da sınırları olmalı” diyecek çok kişi var. Hattâ belki de “çoğunluk.” Öyleyse benim yazımın başına dönüyoruz; “çoğunluk”,”çoğulluk”u yasak edebilir. “Edebilir” dedim ama aslında “eder” ve “ediyor.” Böyle olmasının da bir mantığı var.
“Çoğunluk” dediğimizde, tam ne demiş oluyoruz? Kavramlarımızın hemen hemen hepsi aslında karşıtıyla da tanımlanır. “Çoğunluk” diyebilmek için “azınlık” gerekli. Ve tabii neye göre “azınlık” ya da “çoğunluk?” “Bu toplulukta kadınlar çoğunluğu oluşturuyor” ya da “İsveç’te çoğunluk sarışındır” ya da “Hollanda’da yabancıların gelmesini isteyenler çoğunlukta…”
Son dönemde bu terimleri en çok etnisite, ona yakın derecede din bağlamında işitir olduk.
Çoğulluk ve çoğulculuk dünyada son yarım yüzyılda hızla değer kazandı; ancak Türkiye Cumhuriyeti yarım yüzyıldan önce kurulmuştu; toplumda “çoğulluk” bulunmasından da mutlu değildi. Tam tersine, böyle bir terim yok ama, bu bağlamda bir icat yayalım, “tekilci bir ideolojisi vardı” diyelim. Bu, cumhuriyet öncesinden başlar. “Lüzunsuz”, hattâ “zararlı” bir “çoğulluk” yaratanlar; bu erken yıllarda, gayrimüslim “azınlık”lardı. Onun için bugün hâlâ Türkiye’de “azınlık” kelimesi aşağayıcı bir şey olarak algılanır.
Cumhuriyet kurulurken “tekilci ideoloji” vardı da, şimdi “çoğulcu” kavramı değer kazanırken, bu anlayış değişti mi? Hayır! Aynı şekilde ya da belki biraz daha hararetli devam ediyor.
2002 yılında AKP’nin seçim kazanmasıyla başlayan yeni dönemde “çoğunluk” kavramı çevresinde toparlanabilir bir olaylar zinciri harekete geçti. AKP oylarını yükselterek, “çoğunluğun oy verdiği” parti oldu – Erdoğan da “çoğunluğun seçtiği önder.” Nitekim ilk turda %52 alarak seçildi de.
Ama Erdoğan ile “çoğunluk” arasındaki ilişki bundan ibaret değil. Bu yakınlarda Ahmet İnsel’in tespit ettiği ve söylediği gibi, Tayyip Erdoğan, Kürtler’in karşısında (haklar için şöyle ya da böyle mücadele eden Kürtler) “Türk çoğunluk”un temsilcisi ve sözcüsü – “Türkler” de aslında “Kürtler” diye bir azınlık karşısında böyle, yoksa Boşnaklar, Tatarlar, Araplar, Gürcüler, Çerkesler diye saymaya başladığımızda gene farklı manzaralarla karşılaşacağız. Bununla da bitmiyor: Erdoğan aynı zamanda “Sünni Müslüman” çoğunluğun da sözcüsü ve temsilcisi.
Kısacası AKP için ve Erdoğan için “çoğunluk” tılsımları olan bir kelime. Erdoğan’ın ve partisinin şu anda ayağını bastığı tek meşruiyet zemini de o – çoğunluk!
“Çoğunluk” oy verir, burada kendini gösterir. Yanılmıyorsam Nixon bu kavramı siyasi dolaşıma sokmuştu; “sessiz çoğunluk” seçimde referandumda kendini gösterdikten sonra susar, yeniden “sessiz” olur. Onun sessizliğinde, seçtiği önder konuşur. Bu anlamda ve bu çerçevede “çoğunluk” tam bir “tekil”ciliğe dönüşür; tarihin kim bilir kaç kere gösterdiği gibi, “çoğunluk”, dışavurumunu, bir “tek adam” rejiminde bulur. Çoğunluğun çoğulluğu tepelediği, boğduğu kertedir bu.
Bugünün Türkiye’si geçmişin Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne ne kaldıysa o. İmparatorluklar tanım gereği çoğul olur. Bizim durumumuzda, 1870’lerden 1920’lere, egemen, belirleyici, yöntemler hep homojenlik, asimilasyon vb. doğrultusunda çalıştı. Buna rağmen homojen bir toplum da üretilemedi. Tutkal bolca kullanıldı ama o kullanılan tutkal bu toplumda tam tutmuyor.
Türkiye’nin imparatorluktan devralınmış yapısı çoğul. Ama bu çoğulluğu oluşturan parçaların hemen hemen hepsinin dünya görüşü, hayat felsefesi, değerleri, “tekçi” (monist) temellere dayanıyor. Şu aşamada AKP ideolojisi de bu kalıpların içinde. Onun için de “tek” kelimesini sık sık kullanmaktan hoşlanıyorlar. Bu konuya devam edelim.