Seçim yaklaşıyor; iyiden iyiye yaklaştı. Parlamento falan tamam da, asıl "kritik" olanı Cumhurbaşkanı seçmek. Yıllar yılı Cumhurbaşkanı'nı Meclis seçerdi. AKP iktidarıyla birlikte bunlar değişti ve sorunsallaştı. Bugün bu olay, AKP iktidarının çizdiği yasal çerçeve içinde, bu iktidarın koyduğu kurallara göre yapılıyor. Bu zaten "sorunlu" demek için yeterli neden, çünkü "acemilik" mi diyeceğiz, ne diyeceksek, AKP iktidarının "yasa yapma" sicili pek parlak değil. Bir alanı düzenleyen prosedürün yüzden fazla kere yeni yasalarla değişmesi gibi iyice saçmalaşan durumlar bir yana, arızasız yürüyen bir süreç de yok gibi. Şu "mühürsüz oylar" hikâyesi, örneğin: Var mı dünyada bunun bir benzeri?
İktidar, yani Tayyip Erdoğan, "en elverişli seçim tarihi" seçmek üzere, gözünü dört açmış, hesap yapıyor. En geç Haziran'da yapılması gereken seçim, son durumda, Mayıs'ta yapılacak gibi görünüyor. Niye böyle bir "tarih değiştirme"? Yukarıda söylediğim, "en elverişli tarih" arayışının sonucu. Tayyip Erdoğan öyle münasip görmüş. Yasa yapılırken düşünülen, şu ya da bu nedenle, yönetimde, organlarında bir "tıkanma" olursa, Cumhurbaşkanı'na (ya da Meclis'e) bunu aşmak için seçimi öne alma imkanı yaratmak. Böyle bir durum var mı? Yok! Ne var öyleyse? Dedim ya, çeşitli hesaplar sonucunda, Tayyip Erdoğan'ın kazanmasına daha iyi uyar gibi görünüyor. Görünüyor da, işin içinde iş var: Seçimi bir aylığına öne alma çağrısını kim yapacak?
Girişimi yapan Meclis ise ve bu bir karara dönüşecekse, demek Cumhurbaşkanı'nın başkanlık süresi dolmadan yerini terk etmesi gerekecek. Ama belki de toplum Meclis gibi düşünmüyor. Belki Cumhurbaşkanı'nın işine devam etmesini tercih ediyor. Onun için Cumhurbaşkanı'na, yeniden aday olma imkanı tanınmış. Hep bildiğimiz gibi Tayyip Erdoğan iki kere Cumhurbaşkanı seçildi; yani AKP'nin (ve dolayısıyla kendisinin) anayasaya koyduğu kurala göre bir üçüncü başkanlık mümkün değil. İstisnası bu. Meclis yeni seçime karar verirse başkana da üçüncü kere adaylık fırsatı veriliyor.
Böylece sorun çözülüyor mu? Çözülmüyor. Çünkü Meclis'te AKP ve MHP üyelerin sayısı böyle bir karar vermelerine yetmiyor. Muhalefet ise "Biz buna 'evet' demeyiz" diyerek tavrını açıklamış durumda.
Hâlâ bir imkan var -buna "imkan" denebilirse. Cumhurbaşkanı müdahale edebilir ve Meclis'İ feshedebilir. O zaman tabii seçim mukadder. Gelgelelim, olay bu şekilde gelişirse kararı veren Cumhurbaşkanı kendisi aday olamıyor.
Bütün bunlar nasıl belirlenmiş? Bütün bunlar başında Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP iktidarı tarafından belirlenmiş. Tayyip Erdoğan'ın ayağına dolaşan yasal engelleri anayasaya koyan bizzat Tayyip Erdoğan'ın kendisi! Bu sefer AKP'li kişinin bu mevkiye yükselmesini engellemek üzere Sabih Kanadoğlu hesaplarına başvurmak gerekmiyor. Gerekmeyince, hukuk dışı bir "güç kaynağının " hukuk dışı" bir müdahalede bulunup Tayyip Erdoğan'ın yolunu kesmesi ve böylece onu "mağdur" etmesi de söz konusu değil. Bu bir "kendim ettim, kendim buldum" hikâyesi. Hikâyenin yazılı olduğu yer, Anayasa! "Yazar" da, Tayyip Erdoğan! Aslında, bir açıdan bakıldığında, bir hayli mizahi bir durumdayız: "Mağdur" Erdoğan yirmi yıldır iktidarda olan bir partinin genel başkanı ve kendisi on yıldır ülkenin Cumhurbaşkanı.
Amerika'da Franklin Delano Roosevelt dördüncü kere Başkan seçildikten sonra Amerika'nın siyasi seçkinleri oturup düşünmüştü: "Yahu, dört kere seçilmek cumhuriyet esprisine uymuyor. İki kereden fazla seçilmesin diye kural koyalım." Aslında Roosevelt'ten bir şikayetleri yoktu. Yoktu ama gerçekten de, cumhuriyet esprisine uymuyordu. Böylece bir düzeltme (amnedment) getirip iki sefere indirdiler. Başka cumhuriyetler de (yani "demokratik" olanlar -aslında "cumhuriyet"in türlüsü var) onları izledi. Yani Tayyip Erdoğan kendi beğendiği anayasayı yaparken dünyada genel kabul görmüş bir eğilime uyuyordu, "iki dönem"i keyfi öyle istediği için icat etmemişti. Ama dünyada kabul görmüş eğilimle başlayıp biraz sonra "Bu bana uymuyor" demek Tayyip Erdoğan'ın artık iyice alıştığımız bir davranış biçimi. Bunun yeni örnekleriyle durmadan karşılaşıyoruz. Onun için artık yadırgamıyoruz. AKP iktidarı bizim hayatımızda "yadırgama" dediğimiz tepkiyi köreltti.
Şimdiye kadar gözlemlediğimiz gibi bu da içinde yüksek dozda "absürdite" taşıyan bir olaya dönüşüyor, dönüştü sayılır. Olup biten hiçbir şey Tayyip Erdoğan'ın onayı dışında olup bitemiyor. Başta "yargı kararları". Böyle bir liste hazırlamaya kalkarsak, Davul zurna eşliğinde "İstanbul Anlaşması" imzalayıp sonra bir gecede çıkmamızı ve Esedli, İsrail'li, Suudi Arabistanlı "dış politika"çizgimizi ya da iç politikamız alanında EYT konusunda değişen değerlendirmelerimizi yazabiliriz. Anayasanın uluslararası hukuka uymak kuralından, bunun nasıl çiğnendiğinden söz edebiliriz. Yani örnek çok. Bu "çokluk" kısmen bazı rastlantılara, belki bazı dikkatsizliklere v.b. bağlanabilir. Ama liste bu derecede kabarınca, "Yahu, bunun kendine göre bir sistemi olsa gerek" diye düşünmekten insan kendini alamıyor. AKP'nin ve Tayyip Erdoğan'ın eylemlerini düşünür, çözmeye çalışırken, araya "sistem" gibi bir kavramın karışması sanırım yersiz bir şey. Ama gene sanırım ki bazı yerleşmiş, köklenmiş eğilimler var. Erdoğan kendisi siyasette her şeyin her an değişebileceğini söyledi ve böylece Demirel'in "Dün dündü" bilgeliğine erişti. Bunu laf düzeyinde bırakmadı, yığınla somut örneğini de verdi.
Bana öyle geliyor ki Tayyip Erdoğan "kural" denen şeyi sevmiyor. "Sevmiyor" gibi bir fiil kullanmak muhtemelen çok hafif kalır. "Nefret ediyor" gibi biraz daha kuvvetli bir kelimeye başvurmak gerek. Ama genel olarak hayat da Erdoğan'a karşı savaş halinde; habire ona kumpas kuruyor, çünkü işler büsbütün "kuralsız" yürümüyor, onun için Erdoğan da bazan kural koymak gereğini duyuyor. Burada bir "tavzih" yapalım. Erdoğan başkalarının belirli kurallar içinde yaşamasından şikayetçi değil; onun sıkıntısı kendisinin karşısına çıkan kurallar-bu kuralları koyan kendisi olsa da (şu son durumda gördüğümüz gibi). "Kurallara uymamak", ayrıca, "iktidar sahibi olmak"la eşanlamlı; Tayyip Erdoğan'ın sevdiği iktidar bu, bunu yapabildiği kadar "iktidar sahibi" olduğunu düşünüyor.
Şöyle söyleyelim: Hayat büsbütün kuralsız yürümüyor ve biz de bu gerçeklikle uzlaşmak zorunda kalıyorsak, şöyle bir "kural" getirelim. Tayyip Erdoğan'ın ağzından son çıkan formül, talimat, yönerge, genelge, her ne ise, kural odur. Tayyip Erdoğan bundan bir süre önce, herhangi bir zamanda, bunun tersi olacak bir şey söylemiş olabilir. Böyle bir durum çıkarsa, en son söylediği geçerlidir. Siyasette her şeyin her an değişime açık olduğunu söyledi. Hayat, her nasıl olduysa, bu değişken dünyada neyin ne olması gerektiğini kavrama yetisini Tayyip Erdoğan'a bahşetti. O bakıyor, ne olduğunu anlıyor, ne yapmak ve söylemek gerektiğini biliyor. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin şu şimdiki aşamasında kendisinin üçüncü kere Cumhurbaşkanı seçilmesinin gerekli olduğunu bildiği gibi.
Ve Mayıs mıdır, Haziran mıdır, yaklaşan seçimde biz aslında bunu seçeceğiz. Yani bu anlattığım prosedürün bir memleketi yönetmenin en iyi, en doğru yolu olup olmadığını seçeceğiz.
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |