Türkiye'de bizzat Tayyip Erdoğan'da cisimleşen siyasi anlayışın uygulaması ve sonuçlarının Türkiye'den önce dış dünyada tepkilere yol açması ne yazık ki beklenmedik bir şey değildi; öyle gelişmesi de yadırgatıcı olmadı. Öte yandan, Tayyip Erdoğan da bu gibi tepkileri kışkırtacak bir üslûp benimsemekten geri durmadı, çünkü seçtiği siyasi rotada bunun faydasını göreceğine inanıyordu.
"Türkiye'den önce dış dünyada" diyorum. Böyle olmasının birinci nedeni AKP iktidarının asıl saldırı hedefi olan demokratik ilke ve değerlerin Türkiye'nin hayatında vazgeçilmez bir yeri olmaması. Bunda bilgi eksikliğinin önemli bir payı var. Sözgelişi, "Kuvvetler Ayrılığı" gibi çok temel bir yapılanma... Bunu incelem,iş, sindirerek benimsemiş kaç kişi bulabilirsiniz?
Ama "bilgi eksikliği"nden önce "ilgi eksikliği"nin belirleyici olduğunu da söyleyebiliriz. Türkiye'de siyasete katılma ile futbolda takım tutma birbirine çok benzediği için, bu gibi alanlarda olup bitenleri izleyenler de filanca ilkenin zedelenip zedelenmediğinden çok "bizimkiler/onlar" kutuplaşmasından bakıyorlar. Demin verdiğim "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesi, örneğin; bunu "bizimkiler" çiğniyor, bozuyorsa, bozması "bizim" işimize geliyorsa, varsın bozulsun.
Ayrıca, AKP iktidarının çok kabarık sayıda insanla maddi çıkar ilişkisi kurduğunu da unutmamak gerekiyor. AKP'li belediyeden söz gelişi mercimek alan sıradan yurttaş, Cumhuriyet yazarlarının akla aykırı biçimde hapiste tutulması gibi bir olaya (ki bunlardan yüzlerce var) gözünü yumabiliyor.
Böyle etkenler, tabii, "dış dünya"nın Türkiye'ye bakışında yer almıyor. Kaldı ki, "dış dünya" yalnız Türkiye'nin içinde olup bitenlerle ilgili değil. AKP'nin tutturduğu ideolojik yönün somut siyasi sonuçları söz konusu. Öte yandan, başta Avrupa Birliği, Türkiye'nin veya herhangi bir ülkenin içinde olup bitenlerin herkesi ilgilendirmesi gereken - ve ilgilendiren - durumlar, kurumlar var.
Sonuç olarak, AKP'nin hoşlanmayacağı rüzgârların önce yurt dışında esmeye başlayacağı belliydi. Ben de bunu söylüyor ve yazıyordum. Ancak, "hoşlanmayacağı" derken, buna ihtiyat payı bırakmak gerekiyor. AKP "idame-i iktidar" eylemesini gerilime bağlama yolunu seçtiği için, ülkedeki gerilim ortamını yurt dışında gerilimle birlikte götürmekten pek de şikâyetçi değil. Orada egemen olan dünya görüşü gereği, "dış düşman" önemli bir ihtiyaç maddesi. AKP bu "madde"yi elde etmekte fazla güçlük çekmedi. Ancak, şimdilerde, dozun fazla kaçabileceği ihtimali belirdi.
Hollanda, Almanya derken, Amerika'yla da ilişkiler şeker-renk olmaya başladı. Ama "bizi anlamayan", gösterdiğimiz olağanüstü gelişmeden "korkan" ya da "haset duyan" ve buna benzer nedenlerle bize "cephe alan" ülke sayısı bu saydıklarımdan ibaret değil. Türkiye, AKP iktidarı ve onun dediği dedik kaptanının kumandasında, kendini dünyada ciddi bir şekilde izole etti.
Türkiye'nin bu politikalarının Almanya'da Sosyal - Demokratlar'dan veya Yeşiller'den destek bulması mümkün değildi elbet. Ama Tayyip Erdoğan politikası ve söylemi ihtimal dahilindeki tek müttefik Merkel'i ve sağ kanadı da kendisine karşı mobilize etti. Ve bu tavır alış belli ki ciddi. Burası böyle gittikçe orası da öyle gidecek.
Amerika'da Trump'ın kazanması burada AKP'li çevreleri pek mutlu etmişti. Şüphesiz, Clinton'un kazanmasından çok daha "elverişli" bir sonuç oldu. Ancak o da bekleneni vermeyecek gibi görünüyor.
AKP iktidarı Reza Zarrab'ı "memleketine faydalı" bir şahsiyet olarak kabul etmişti. Amerika'da adamı görür görmez tutukladılar. Bunu herhalde kendisi de tahmin ederdi. Ne gibi "daha büyük korkular" nedeniyle bu kararı verdiğini bilmiyoruz. Derken Amerika işi bakan hakkında tutuklama kararı verme aşamasına getirdi. Buradaki zevat bunun bir "FETÖ - komplo" ("fait - accompli"nin bir çeşidi olsa gerek) olduğunu söyleyerek kara mizah türüne bir katkıda daha bulundu.
Tayyip Erdoğan'ın "adam dövme" görevini Amerika'da da yerin getirerek sebatlarını kanıtlayan muhafızları hakkındaki tutuklama kararı da bir başka "FETÖ - komplo" oldu herhalde. Böylece FETÖ Trump'tan da önce davranarak Amerika'nın adalet sistemini sabote etmeye başladı.
Bu gibi gelişmeler karşısında "FETÖ'nün işi" diye mazeret uydurmak, tersine bir biçimde de olsa, "FETÖ'den medet ummak" oluyor ve elbette ki kimseyi ikna etmiyor. Ama bu iktidarın bu olaylar karşısında söyleyeceği başka söz, topluma sunacağı başka açıklama yok. Cephane buraya kadar.
Çeşitli ülkelerde bu gibi gelişmeler yoğunlaşırken, Suriye'deki genel gidiş ve bu arada Süleymaniye'de PKK'nın eline geçen MİT elemanları gibi olaylar da AKP iktidarının göz kamaştırıcı başarıları arasına katılıyor.
Bütün bunlar AKP iktidarının icraatı, söylemi, tavırlarıyla öncelikle uluslararası siyasi alanda sıkıştığını ve sıkışmaya devam edeceğini gösteriyor. Bu sıkışmanın iç politikaya nasıl yansıyacağını henüz bilmiyoruz ama yansımaması da düşünülemez.
Geleneksel Türk şovenizmi bu noktada AKP iktidarına yardımcı oluyor. Malûm, "dışarıda" bir eleştiri sesi duyulduğunda bizim burada "milli gurur" harekete geçer. Böyle bir konuda MHP gibi bir partiye söylenecek bir şey yok; onun toplam ideolojisi bunun üstüne kurulmuş. Ancak, bu kategoriye giren olaylar olunca CHP'nin de AKP ile yan yana "kınama" demeçleri verdiğini görüyoruz.
Bu da akıl kârı değil. Demokrasinin ilkeleri, değerleri evrenseldir, uluslararasıdır. Burada muhalefetin "biz yaparsak hoş görülebilir" tavrına girebilmesi, o ilke ve değerler karşısında kendi duruşunun güven vermemesi sonucunu yaratır.