Tayyip Erdoğan’ın yaklaşan seçim karşısında kendi istediği sonuca varmak için çizdiği yol ve uyguladığı yöntemler, daha önce memlekette benzeri görülmüş olaylar olmadığı için, muhalefeti de şaşırtıyor; bu, bazen, “öyle mi yapmalı, böyle mi yapmalı?” diye görüş farklılaşmalarına da yol açabiliyor—hatta sertleşen tartışmaları da tetikleyebiliyor. Şimdi, örneğin, “üçüncü kere başkanlık” dayatması karşısında ne yapılacağı tartışmasında olduğu gibi.
Erdoğan yeni anayasasını istediği gibi yazdı, yazdırttı. Buraya bir kişinin iki kere Cumhurbaşkanı olabileceği kuralı getirildi. Neden? Dünyada, demokratik dünyada genel kabul bu yolda da ondan. Öyle “ilanihaye” başkanlık uygulamasına iyi gözle bakılmıyor.
Pekala. İyi de bunlar böyle yazılırken Tayyip Erdoğan iki kere seçilmenin kendisine yetmeyeceğinin farkında değil miydi? Dalgınlığına mı geldi, yoksa “O zaman gereğini yaparız” diye düşündü, ne olduysa, anayasa böyle biçimlendi. Şimdi o zaman geldi ve Tayyip Erdoğan “gereğini yapıyor”. Ama hep olduğu gibi onun anladığı “gereği”, muhalefetin “gereği” diye anladığı şeyden çok farklı. Muhalefet anayasada yazılı olan kuralın uygulanmasını (ya da bozulmasını) anlıyor, Erdoğan’a göre “gereği” ise kendisinin iktidarda kalmasını sağlayacak düzenleme neyse onun yapılmasını.
Şimdi bu durum “muhalefet” cephesinde bir tartışmaya yol açıyor. “Yahu” diyor bazıları, “Bu açık bir anayasa ihlali! Buna ses çıkarmamak düşünülebilir mi? Ses çıkarmadığımız zaman bir anayasa ihlalini onaylamış olmuyor muyuz? Yani bu ‘suça iştirak’ değil mi?” Haklılar tabii. Göz çıkaran bir durum.
Peki, başka türlü düşünenler ne düşünüyorlar bu durum karşısında. “Canım, olur böyle şeyler, aldırmayalım” mı diyorlar? Böyle dediklerini sanmıyorum (dedikleri pratikte o noktaya çekilebilse de). Onlar diyorlar ki “Biz duruma itiraz edersek konu Yüksek Seçim Kurulu’na gidecek; onların vardığı ve tebliğ ettiği karar da nihai karar olacak. Bunu bozma yetkisine sahip bir başka otorite yok. YSK’nın ne olduğu, nasıl karar vereceği de şimdiden malum. O halde bunu uzatmayalım, seçime bakalım.”
Tartıştıkça, yeni “konu başlıkları” çıkıyor. Sözgelişi, “mağduriyet fırsatı tanımayalım” diyorlar; bu denince, “Buna ‘mağduriyet’ denir mi?” diyenlerin de çıkması kaçınılmaz. Böylece konu dallanıp budaklanıyor; bu arada sinirler de gerilebiliyor.
Oysa iki taraf da haklı. Nasreddin Hoca’nın herkese “Sen de haklısın” dediği fıkra gibi. İşte anayasa, işte orada yazıyor. “İki kere” diyor. Daha ne! Besbelli, anayasa suçu işleniyor!
Peki, itiraz ettik, sürecin bu şekilde işlemesini önleyebilecek miyiz? Hayır. Öbür kesimin dediği de doğru: YSK birtakım laf cambazlıkları yapacak ve Erdoğan’ın istediği karara varacak. AKP iktidarının bilmem kaçıncı kere yarattığı “sanal gerçeklik” düzeyinde üçüncü kere adaylık hukukun onayladığı durum olacak. Bu, gereğinde, seçim öncesinde Erdoğan’ın “başarılar hanesi”ne yazılan bir yeni örnek dahi olabilir. Topluma öyle dahi sunulabilir.
Şu halde “öyle mi yapacağız, böyle mi yapacağız?” tartışmasını fazla büyütmemek gerek. Bunun çerçevesinde sinir germemek gerek. Erdoğan’ın hamlesinin önümüzde otomatikman açtığı iki (mümkün) eylem çizgisini tek bir strateji halinde uzlaştırmak gerek. Üçüncü kere aday olmanın nasıl açık, belirgin bir anayasa, ölçü, kural çiğneme örneği olduğunu insan sesinin en yüksek perdesinden haykırmak ve bu arada gerekli mercilere gerekli itirazları da ulaştırmak gerek. Ama o itirazlardan, protestolardan hiçbir olumlu sonuç beklemeden (ve beklenmediğini de aynı yüksek perdeden ilan ederek) seçimin kendisine hazırlanmak gerek. Böylece, Tayyip Erdoğan’ın anayasa ihlalini anlatırken, Tayyip Erdoğan’a hizmet etmek üzere Tayyip Erdoğan’ın kendisi tarafından oluşturulmuş “kurum”ların da ipliğini pazara çıkarmak gerek. Zaman geçiyor, zaman içinde bugün kavga konusu olan şeyler hiçbir kavgaya yol açmayacak bir netlikle biçimleniyor, şöyle ya da böyle davranmayı seçmiş bireylerin aslında ne yaptıkları açık seçik görünüyor.
Ama bu olay öyle sıradan bir olay değil. Bir adam kendi yazdığı kural karşısında, birkaç zaman sonra, böylesine tavır alabiliyorsa, nasıl bir adamdır? Bunu yapabilenler insan dillerinde ne gibi kelimelerle nitelenir? Tayyip Erdoğan’ın bu davranışı (ve daha yığınla davranışı) “gerçeklik” karşısında nasıl bir duruş gösterir? Bunu yaparak Cumhurbaşkanı seçilmeyi uman bir kişinin, bir de seçilecek olursa, daha neler yapabileceğini tahmin edebilir miyiz? Böyle davranan bir “cumhurbaşkanı adayı” topluma nasıl bir ahlaklı davranış modeli sunmuş oluyor? Bunların da seçim kampanyasında sorulması, cevaplandırılması, değerlendirilmesi mutlaka gereklidir. Bunlar, enflasyondan, yumurta, patates fiyatından çok daha önemli sorunlar.
Bu seçimin bizi getirdiği nokta burası. Bu, “şeker fabrikalarını devlet mi, yoksa özel teşebbüs mü işletsin?” gibi bir konuda karar vermekten, seçme yapmaktan çok daha önemli, temel sorular. Bir iktidar, kendi davranışlarıyla, iktidarı olduğu toplumda nasıl insanlar yaşamasını istiyor? Bizim nasıl insanlar olmamızı istiyor, bekliyor ve bize nasıl bir yol gösteriyor?
“Madem böyle olmamızı istiyorlar, biz de böyle olalım” mı diyeceğiz? Ve böyle insanlar mı olacağız?
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |