Dünyayı saran “yeni popülizm” çığırının çeşitli yerlerdeki çeşitli faaliyetleri birbirine benziyor. Ama tabii her toplumun kendi özel tarihi olduğu için, bir yandan da benzeşmiyor, ayrılıyor.
Bu bakımdan “popülist-olmayan-diktatörlükler”in davranışlarına baktığımızda gene böyle bir “benzeşme/ayrışma” diyalektiği söz konusu. Anlaşılır bir şey, çünkü yapılacakların sınırı var. Biri, diyelim, düşman bellediklerini hapse atmak. Atıyorlar. Biri askeri diktatör, öbürü popülist diktatör, beriki Bonopartist otokrat v.b. Ama hapse atma eylemi ortak.
Ama tarihi farklılıklarda ve farklılıklar önemli. Bunlar yokmuş gibi davranamayız, her şeyi aynı sepete atamayız.
“Hapsetmek”ten söz açtım. Nedir bu? Susturmak. Birkaç çeşidini saydığım otoriter-totaliter rejimler “eleştiri” denen şeyden nefret ederler; hiç tahammülleri yoktur. Henüz bir “eleştiri” olmasa bile, “düşünce”den hazzetmezler, çünkü insanlar düşünmeye başlayınca, çok geçmez, eleştirinin de sırası gelir. Diktatörler bunu çok iyi bilirler. Onun için hepsi eldeki verilere göre, (toplumsal yapı, yaygın ideoloji, siyasi gelenek v.b.) “susturucu” tedbirler alır.
“Popülist” üslûbun temsilcisi olarak ele alırsak herhalde çok yanlış bir iş yapmayız: Donald Trump’tan söz ediyorum. Donald Trump hiç hoşlanmıyor eleştirilmekten. Hoşlanmıyor ama kendisi Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı. Ülkenin yasalarını, geleneklerini kendine uydurmaya vakit bulamadı. New York Times’a kızdığında “Kapatın şunu” deyip geçemiyor. Hatta, “Ömrümü kısaltıyorsunuz” deyip şaka yaptığı bile oluyor. Trump’ın özelliklerinden biri “tweet” merakı. “Tweet” atıyor ve basını “halk düşmanı”, “Amerika’nın düşmanı” ilan ediyor. Mutlaka onun bu “tespit”lerine inanan biri de vardır Amerika’da. Hem de, eskiden biraz utanıp saklanırken, şimdi Trump’la iyice orta yere çıktılar.
Bugünlerde bir iki Macaristan yazısı okudum –gene NYT’de.- Amerikalı gazeteciler Macaristan’a gidiyor. Gidiş nedeni farklı da olsa, gitmişken, “Ne oluyor, ne bitiyor?” merak ediyor, soruyorlar. Cevap verenler (genellikle Macar gazeteciler) “şiddet yok” diyorlar. Orban şiddet uygulamıyor. Ama ne oluyor? Muhalif bir gazete çıkmıyor. Çünkü Orban bu sonucu sağlamak için ekonomik tedbirlere, yollara başvurmuş; muhalif gazetelere reklam akışını keserek (eski “sosyalist” ülke; ilan kaynakları hâlâ devletin elinde ya da denetiminde) ekonomik olarak boğmuş; sonra kendi yandaşlarına mülkiyet devrini sağlamış. Sonuç olarak, Orban’ı eleştiren gazete kalmamış. Bu Trump’ı aşan bir başarı.
Peki burada ne oluyor? Bu ekonomik manevraların benzeri var mı? Tabii ki var. İktidarın denetimi dışında kalan sözlü veya yazılı kalmadı gibi bir şey. Kalanlarında satış rakamı, etkisi v.b. iktidarın rahatını kaçıracak boyutlarda değil. Hem de “Bakın işte muhalefet var. Serbest!” diyebiliyorsunuz.
Yalnız burada durum tam da Orban’ın Macaristan’ı gibi değil. Çünkü yığınla gazeteci hapiste. Eleştirinin kaynağı olan “düşünce” yüzünden hapse tıkılanların sayısı daha da fazla. İktidar çevreleri anlamı kalmamış bir “terörizm” suçundan söz ediyorlar ama bunun kimseyi ikna ettiği, edeceği yok.
Demek ki burada hem ekonomik tedbirler yürürlükte, hem de hapis gibi “baskıcı” tedbirler. Cumhurbaşkanı günü üç yerde konuşarak geçiriyor, bütün söyledikleri televizyonlarda. Başka bir ses çıktığı yok. “Bakın, bakın! İşte ses çıktı! Duydunuz mu?” dedirtecek kadar bir ses çıkmasına izin veriyor âlicenap iktidar.
Bugünlerde hepimizin zihninde Kaşıkçı olayı var. Bakın, bu da “susturma”nın bir yöntemi. Epey radikal bir yöntem doğrusu. Daha radikal olanı herhalde düşünülemez.
Bizde eskiden yazar-gazeteci vurmak âdeti daha yaygındı. İttihat-Terakki’den sonra bir iktidar yöntemi olmaktan çıktı. Ara sıra- kimi zaman sık- suikastlar da olur. Arada bir “kaza” da olabilir. Ama bu Suudi tarzı, asidi filan tam tekmil “iş”, buranın metodolojisinde yer almıyor. Hatta Cumhurbaşkanı yeterince açık konuştu.
Konuştu da, herhalde kimse Erdoğan’ın eleştiriye açık olduğunu, aklına geldiğini söyleyen bir medyadan hoşlandığını v.b. söyleyemez. Can Dündar’a ateş eden adam Suudi Arabistan’ın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı (acaba hangi partiye oy veriyor?) ve şu sıralar Türkiye dışında yaşamayı tercih eden epey çok sayıda gazeteci var. Bunlar varken Tayyip Erdoğan’ın Kaşıkçı cinayetini eleştirerek kendini dünyaya bir “hürriyet kahramanı” olarak kabul ettirmesi mümkün değil.
Evet, sonunda hepsi “medya-sevmezlik”te buluşuyor, benzeşiyorlar. Ama sevmedikleri medyaya ne yaptıkları değişiyor. Bu onların muhabbet derecelerinden çok başında oldukları ülkelerin yapısına, teamüllerine göre değişiyor, değişebiliyor.
En uç örnek Suudi Arabistan ya, “O noktaya varmadık” diye sevinecek halimiz de yok.