Seçim yaklaşırken özellikle de iktidarın seçimi kazanmak amacıyla birtakım hazırlıklara girdiğini gösteren davranışları oluyor -"farklı" denebilecek davranışlar. Nasıl mı "farklı"? Şu son birkaç gün içinde "Reis" bir "sosyal konut" projesiyle kürsüye çıktı, örneğin. Bunun bir seçim hazırlığı olduğu besbelli. Örneğin niye bir yıl, iki yıl önce değil de şimdi? "Bunları yaparım" diye bir güvenle ortaya atılmasını mümkün kılan maddi yapı o zaman da vardı; ama o zaman "seçim kazanma" hedefi henüz uzakta görünüyordu.
Evet, burada beklenmedik, "şaşırtıcı" görünen bir şey yok. Herhangi bir siyasi parti seçim öncesinde böyle davranabilir. AKP de kendi maddi imkanlarından böyle bir "strateji" üretmiş.
Ama özellikle İzmir Belediyesi'nin "Tarkan Konseri" bağlamında Tunç Soyer'in söylediği sözlere gösterilen tepki neyin nesi? Partinin bütün "sözcü"leri ve sonunda Cumhurbaşkanı Belediye Başkanı'nın konuşması üstüne oldukça hakaretamiz değerlendirmelerde bulundular. Burada ana tema, "ecdad"ımızın hakaret görmesiydi. Tunç Soyer'in kabahati bunu yapmış olmasıydı. Tabii bunları söylerken Soyer'in kullandığı sıfatların hangi metinden geldiğini bilmeyen yok. Demek ki İzmir'in CHP'li Belediye Başkanı'nın yaptığı haddini bilmezliğin temelinde o sözleri söylemiş Atatürk vardı!
Böyle bir saldırıyı ben bir "seçim kampanyası" içinde "puan getirecek" bir öge olarak görmüyorum. Bu toplumda tahmin ettiğimizden fazla "Kadir Mısıroğlu" bulunabilir ama ne kadar fazla olursa olsun bunlar çoğunlukta filan değildir. Kurtuluş Savaşı'nın "Vahdeddinci" bir okuması yapılamaz. Kendini onunla özdeşleyerek söz konusu dönemi ve olayları değerlendirecek kimse pek az olacaktır. Bu nedenle "Niçin böyle yapıyorlar?" diye şaşırıyorum: Bu, seçimi kazanıp iktidarı perçinledikten sonra yapılacak bir şey olabilir; "Osmanlı iyidir, zemzemle yıkanmıştır, aleyhlerinde konuşmak yasaktır" diyebilirsiniz; ama "seçim kazandıracak" bir motif değildir.
Sanırım iktidar, "Tarkan Konseri" gibi bir olayı gözlemledikten sonra bundan kendisi için çıkarması gereken sonucu çıkarıyor. O zaman da tabii fena halde öfkeleniyor. Öfkelenince,nöfkesini saçıyor. O zaman da böyle bir manzara çıkıyor: Haksızlığa uğramış Vahdeddin'e omuz vermek! Haydi hayırlısı!
Ama iktidar başka şeyler de yapıyor. Örneğin, muhalefetin kurduğu stratejiyi işlemez hale getirmek; bölmek ve parçalamak. Bu da anlaşılır bir şey, elbette. Gene, her siyasi partinin yapacağı bir şey. Bunu "yapmak" değil de, "nasıl yapmak?" sorusu önem kazanıyor. Çünkü burada "eleştiri" derken ölçüyü kaçırmak da mümkün ve AKP-MHP iktidarı bunu çok sık yapıyor. Bu iktidarda "gerçeklik" kavramı çiğnendi gitti. Önderlik bizzat Cumhurbaşkanı'nın elinde: "Camide içki içtiler" diyor, "Kadının üstüne işediler" diyor, "Cami yaktılar" diyor. Hiçbirinin kanıtı yok. Böylece, taraftarlarının ağzında, ölenleri saymak mümkün olmaktan çıkıyor, biri "topu topu yüzelli terörist kaldı" derken öteki bir milyon terör davası açmaktan söz ediyor, resmi istatistik kurumlarının ne dediği belli değil; önermenin ne söylediği önemini kaybetti; kaç "desibel"le söylendiği önemli.
Dolayısıyla iktidar güvenilir olmaktan çıktı. Bölünmüş toplumda elbette iktidara bağlı olanlar var. Bunlar, o çevreden gelen her sözü kabul etmeye hazırlar. Bunların (Suudiler, Esad/Esed v.b.) neşet ettiği yerin sahibini bütün (sık sık çelişen) yargılarıyla bağırlarına basmaya hazırlar.
Ama onların yaşadıkları dünyanın başkalarımızın yaşadığı ve gördüğü dünyayla ilgisi kalmamış, neyin ne olduğu belli değil. Bu, gene, normal işleyen bir siyasi düzen için olmaması gereken, tehlikeli bir durum; ama İktidar durumu böyle değerlendirmiyor ve kendi ürettiği hayali dünyanın yerine olgulara dayalı bir "anlatı" kurmak için parmağını oynatmıyor. Geçen gün biri bunu seçimle ilişkisi içinde sorguluyordu: Örneğin, "Cami yaktılar" dediniz, bunun hiçbir kanıtı çıkmadı. Siz gene aynı söylemle yürüyorsunuz. Yalan bilginin bir önem taşımadığı bir siyasi düzen, nasıl bir düzendir? Nasıl bir toplum kurmaya çalışıyorsunuz?
Cumhurbaşkanı'nın gözde bir projesine karşı ayaklananların (aslında ona muhalefet eden herkesin) yıllarca hapis yattığı, ama Vahdeddin'in "şeref"inin dimdik ayakta durduğu bir toplum...
Sonuç olarak iktidarın bu dağınıklığı ve tutarsız davranışları başı sonu belirlenmiş bir politikaya bağlı değil gibi görünüyor. İktidar, ekonomik katastroftan başlayarak, duruma hakim değil ve bunun sıkıntısını çekiyor. "Dış etkenler" üstüne yapılan edebiyatın ipe sapa gelmediğini hepimiz (iktidar dahil) biliyoruz. Tayyip Erdoğan umduğu Müslüman toplumu gerçekleştirmek için kendisine bağlı bir burjuvazi oluşturması gerektiğini bilerek iktidara geldi (Türkiye'de bütün siyasi kadroların bildiği, toplumsal yapının kendi özelliklerinden ileri gelen bir durumdur bu). "Beşli" mi kaçlıysa, o kesim bu bilginin sonucu. Beşten de epey fazla olsa gerek. Ancak bu "zenginleşme/zenginleştirme" sürecinde (belki biraz da telaş ve aceleden) denetim Erdoğan'ın elinden bir ölçüde çıktı, taştı gibi görünüyor. Toplumun ekonomik potansiyellerinin sömürülmesi oldukça denetimsiz bir hızla devam ediyor. Kurulacak ekonominin "Müslüman bir ekonomi" olması gereği ("faiz" v.b. koşulları) ile "ekonomist" Erdoğan'ın oluşturduğu benzeri bilinmeyen model de iktidarın kendi bedenine ateş etmesi sonucunu getirdi ve hâlâ bu tuhaf yöntemlerden vazgeçilmiyor (Erdoğan'ın "pragmatist" bir politikacı olduğu sık sık söylenir ve yerine oturduğu durumlar vardır; ama bir hayli inatçı bir politikacı davranışı gösterdiği örnekleri de unutmamalı).
"Duruma hakim olamama" keyfiyeti muhtemelen bir asabiyet yaratıyor; bunun örneklerini sık sık görünüyor. Erdoğan henüz gerçekten "hakim-i mutlak" konuma geçmediği konular ve alanlarda o konuma geçmiş gibi davranışlar göstermekten kendini alamıyor. Bunun sonucu da bir "ali kıran baş kesen rejimi". Erdoğan'ın çok mutluluk duyarak kurduğu "kendine bağlı" yargı sistemi şüphesiz işine yarıyor; çünkü "irade-i şahane" karşısında direniş göstermenin pek bir imkanı kalmadı: Reis söylüyor, yargıçlar ve savcılar (ve Erdoğan'ın avukatları ordusu) onun sözünü iki etmiyor. Ama bu, toplumun durumu anlamaz gözlerle seyrettiği ve olup bitenleri onayladığı anlamına gelmiyor. Böylesine pervasız bir "tek-yanlı" yönetim herhalde kendi muhalefet tohumlarını da ekiyor ve besliyordur.
Sonuç olarak kritik günler yaşıyoruz. Kimimiz zaten pek azı kalmış "demokrasi"nin bu son kırıntılarının da yok edileceği endişesi içinde. Ama bu endişeyi yaratan iktidarın kendisinin de huzur içinde olduğunu sanmayın. Orada da endişe kol geziyor. Dolayısıyla herhangi bir "siyasi iç tutarlılık" aramadan, düşünmeden karşılaştığı her durumu iktidarı devam ettirmeye yarayacak bir araca çevirmek üzere hareket etmeye hazır bir "iktidar bloku" ile karşı karşıyayız. Bu blok, bu amacına yönelik olarak, kendini herhangi bir kayıtla da sınırlı görmüyor. Onun için durum şimdiden kötü, ama çok daha kötü olma potansiyelini içinde taşıyor.
Murat Belge kimdir? Prof. Dr. Murat Belge, 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1981'de doçentken istifa etti. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu. 1997'de profesör olan Murat Belge, başkanlığını da üstlendiği Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde devam ettiği akademik çalışmalarını sürdürüyor. Türkiye'nin en üretken yazarları arasında ön sıralarda yer alan Murat Belge, çok sayıda kitapta yer alan makalelerinin yanı sıra 23 kitap yazdı; William Faulkner, James Joyce ve John Berger'den eserler de dâhil olmak üzere 15 çeviri kitabı yayımladı. 1957 seçimlerinde Demokrat Parti Muğla Milletvekili olarak parlamentoya giren gazeteci-yazar Burhan Asaf Belge'nin oğlu olan Murat Belge, aktris Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetıe - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) |