Tabipler Birliği ile Barolar Birliği’nin “Türk” ya da “Türkiye” olup olmadığını tartışıyoruz –son olayımız bu.- Gerçi olayların “son”u yok; başkasını da “budur” diyerek ele almak mümkün. Ama Afrin operasyonunda bir “monotonlaşma” görünümü var. Bu daha “sansasyonel” görünüyor. Öyle “görünmesi” bir yana, bence çok da önemli.
Siyasi bir konuda bir görüş belirtmek (bu genellikle muhalif bir görüştür) , bunu destekleyen kişilerin imzalarını almak ve bu metni yayımlayarak kamuya duyurmak altmışlardan bu yana sıkça (bana sorarsanız “fazla sıkça”) yapılan bir şeydir. Tabipler ve Barolar’ın yaptığı da Afrin müdahalesi dolayısıyla bunu yapmaktı.
İktidarlar “eleştirilen şeyi yapan özne” olarak, bu bildirilerden mutlu olmazlar. Kimi zaman aldırmazlar, böyle bir şey olmamış gibi davranırlar. Unutturmak isterler. Çok zaman daha etkin davranmayı seçer, eleştiriye cevap verirler. Duruma göre, verdikleri cevap görece ılımlı olabilir; görece sert olabilir. Burası Türkiye olduğuna göre sert olma ihtimali daha ağır basar.
Ama kuruluşun adından “Türkiye”yi çıkarmak gibi bir “tedbir” şimdiye kadar kimsenin aklına gelmemişti!
Gelmedi çünkü o tedbirin “akla” gelmesi için “aklın” belirli bir biçimde çalışıyor olması gerek.
Bir süreden beri Türkiye’de “iktidar aklı” böyle çalışıyor. Çoğunluğun oyu ile iktidar olmuş bir siyasi parti var.
“Çoğunluk” oyu aldığına göre,
1) Her şeyi yapma hakkı elde ettiğine inanıyor;
2) Yaptığı şeylerin toplumun isteklerini bire bir yansıttığına inanıyor.
Bu arada “bilerek” ya da “bilmeyerek” diyeceğim ama “bilerek” olmalı, “çoğunluğu” ile tamamı arasındaki kocaman ayrım yokmuş gibi davranıyor.
Şu özgül olayda iktidar aslında şunu söylüyor:
1) Düşündüm ve Afrin.2e askeri harekât başlatmaya karar verdim.
2) Var olan durumda yapılması gereken şeyin bu olduğundan şüphem yok.
3) Zaten benim düşündüğüm halkın ve memleketin iyiliği içindir.
4) Zaten halk da bana (üst üste) oy vererek benimle aynı fikirde olduğunu göstermiştir.
5) Bu koşullarda benim düşündüğüm şeye “yanlış” demek ne demek olabilir.
6) Ben doğru olduğuma göre o yanlıştır.
7) Bu kadar açık bir durumda nasıl böyle yanlış bir şeyi sorabilir?
8) Kötü niyetlidir.
9) Bize (yani bana ve halkıma) düşmandır.
10) Yurt dışında da bize (yani bana ve halkıma) düşman olanlar var.
11) Şu halde bana muhalefet edenler “dış düşmanlar”ın piyonu olmalı.
12) "Biz"den olmadıklarına göre bunlara "Türk" denemez.
Buradan en genel stratejiye geliyoruz: Hâl böyle olduğuna göre bu adamları memlekette yaşatmayacağız. Bu memleketin ancak hapishanelerinde yaşayabilirler.
"Çoğunluk" ve "tamamı" birbirine karışıyor demiştim. Bu mantık silsilesini kırmak için o ayrımı karıştırmak zorunlu. Tabii bugünün dünyasında "çoğunluk" ne kadar büyük olursa olsun, "azınlığın" kesinlikle elinden alınamayacak hakları vardır. AKP iktidarı bunları dinleyecek değil. AKP iktidarının önerdiği -ve uyguladığı- düzen bir "kabile hukuku"nun ötesine geçmiyor; ama o iktidara "meşru" olduğu kanaatini vermeye yetiyor.
Uyarıyorlar, "Herkes kendi 'tabip', 'avukat' v.b. örgütünü kurarsa çok fena olur. Cemaatleşmeye yol açar!" türünden itirazlarda bulunuyorlar. Ama bunların muhatabı zaten cemaatleşmeyi kötü bir şey olarak görmüyor -"iyi" ve "doğru" cemaatin zamanla ötekileri silip özümleyeceği inancını sürdürdükçe. Ve bütün bunlar her konuda itaatkâr ve dini bütün bir toplum yaratmaya hedeflediğine göre, aslında en büyük "meşruiyet"e de sahip. Bu son kertede, bir "cihad"- "cihad"ın böylesi.