Tayyip Erdoğan iki turlu başkanlık seçiminin ikinci turuna kalmadan seçilirken (Türkiye’nin halk oyuyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak) bu makama verilmiş yetkilerin olabildiğince genişlemesini istiyordu. Ama süreç tersine başlamış oldu. Bu yetkilerin ne olduğu (yeni yapılmış bir Anayasa ile) belirlenmeden önce seçim oldu. Bu da tam “islim arkadan gelsin” bir durum yarattı. Cumhurbaşkanı yasada yeri olmayan yetkiler kullanmaya başladı. Bu tuhaf durum devam ediyor.
Erdoğan’ın “pragmatist” olduğunu söyleyen çok. Bu herhalde bir ölçüde doğru bir teşhis ve tespit. Önem verdiği- “göz koyduğu” da diyebiliriz herhalde- bazı bazı somut hedefler var; bunlardan hiç vazgeçmeden, oraya erişme yöntemlerinde esnek davranabiliyor. Şu şekilde, bu şekilde öyle de olur, böyle de ama “maksuda” kavuşmak koşuluyla.
Seçim Erdoğan’a istediği değişiklikleri yapması için gerekli çoğunluğu vermedi. Hiç çoğunluk vermiyordu ya, ite kaka, onu kendi lehine düzeltti. “Anayasa değişikliği” konusuysa -ertelendi- belirsiz bir tarihe.
Derken “darbe girişimi” oldu ve Erdoğan kendi açısından çok haklı olarak bunu “Allah’ın bir lütfu” olarak niteledi. Bundan önce olduğu rivayet edilen bir konuşma var: Erdoğan yapmak istediklerini anlatınca muhatabı, “Bunları yapmaya kalkışırsan iç savaş çıkar” demiş, Erdoğan da, “O zaman ezer geçeriz” demiş. Bu “rivayet” insanın kulağında doğru tınlaması yapıyor çünkü Tayyip Erdoğan tipolojisi, ancak “ezip geçtiği” zaman “ben iktidar olmuşum” diyecek, buna inanacak bir yapıda. Neyse “iç savaş” olmadı ama ona yaklaşan darbe girişimi oldu ve bu “Allah’ın lütfu” sayesinde Erdoğan “ezip geçme” fırsatını yakaladı. Darbe girişiminin yarattığı bu “armut piş ağzıma düş” durumundan ötürü dünya kamuoyunda birçok kişi ya da kuruluş girişimin sahiciliğine inanamadı; bir komplo olarak değerlendirenler oldu.
Girişimin ardından olan birçok şeyin arasında, ön sıralarda ve gün geçtikçe daha ön plana çıkacağı anlaşılan OHAL var. OHAL’in ikincisine geldik bile. Bu durum Tayyip Erdoğan’ın bir yoldan ele geçiremediği gücü ve iktidarı ona bir başka yoldan kazandırmış oldu. Yukarıda söylediğim gibi işin “yolu” çok önemli değil. O güce, iktidara, o yetkiye erişmek önemli. Bu da şimdi gerçekleşmiş durumda.
Bu OHAL Cumhurbaşkanı’na belki ondan da çok şu andaki çevresine, bir “her şey serbest” ilânatı gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı herhangi bir yasada yazılı olmayan yetkiler kullanıyor, demiştik. “Yazılı değil” denince, “Ben halkoyuyla seçildim” deyip çıkıyor. Bu, söylenen sözün ya da sorulan sorunun cevabı da değil ama zaten yaratılan yasadışı durumun özelliği bu. Bütün menteşeleri gevşemiş olan düzende geçerli ilke “Ben yaptım oldu.” Erdoğan da sürekli yapıyor ve oluyor.
Şu anda olmayacak şeyler oluyor. Birileri hangi suçlamayla hapiste belli değil. Ahmet Altan, Mehmet Altan darbe mi yapmışlar? Necmiye Alpay, Aslı Erdoğan siper mi kazmış? Bilmem ne bankasına para yatırmak ne zaman suç olmuş?
İşinden açığa aldırtıyorsun. “Açığa alınanı işe almak suçtur” diye tanım çıkarmak hangi yasanın verdiği hangi yetkiye dayanıyor? Adamın daha iddianamesini hazırlamadan nasıl oluyor da hüküm giymiş muamelesi çekmeye başlıyorsun? Onun bunun malına, parasında el koyma hakkını sana kim veriyor? Sorgusuz sualsiz pasaporta el koyma işlemi hangi hukukun ürünü?
Bütün bunları OHAL deyip açıklayacaklarına inanıyorlar. Oysa böyle OHAL gibi olağandışı olduğu kabul edilen durumlarda da, temel insan haklarına saygı gösterilmesi zorunludur. OHAL kimseye “yasak haydutluk” yapma izni vermez. “Önce asalım, sonra yargılarız” mantığını uygulayamazsınız. Fethullahçı benim de sempati duyduğum bir şey değil ama “Fethullahçı ise her şeyi yaparız” yaklaşımı ondan daha sakat.
Tayyip Erdoğan hayalini kurduğu iktidara OHAL ile kavuştu, diyoruz. Bu demektir ki o aracı elinden bırakmak istemeyecektir. “Daha olmadı” de, “İkinci’si yolda” diye söylenti yay, uzat babam uzat. Erdoğan kendisi söyledi muhtar arkadaşlarına, yolunu yaptı, “On iki ay da olur” dedi. Olur tabii niye olmasın? Muhtarlar da onayladı zaten.
Bir yandan da her geçen gün komşularımızla yeni bir sorun çıkıyor. Irak “Türk askeri çıksın” diyor, Biz bağırıp sesimizi On İki Ada’ya duyurmaya çalışıyoruz. Bakalım yarın öbür gün neler getirecek? “Şu, şu nedenlerle Iraklılar haklı olabilir” diyecek olsan, “Vay sen vatan millet çıkarına aykırı laf ediyorsun” diye, o aynı OHAL’le, kim bilir neler yaparlar. Cumhurbaşkanı ile aynı fikirde olmamak en büyük suç. “Fethullahçı dediğimiz adamlara yasadışı eziyet edemezsiniz,” deyince “Bak işte, nasıl belli Fethullahçı olduğu” diye şamata edenler, bu durumda “hıyanet-i vataniye”den aşağı laf etmezler. Bunlar zaten nesnel gerçeklikle de, mantıkla da, bağlantılarını çoktan koparmışlar; “baton”un sallanışına göre ciğerlerini şişirip bağırıyorlar.
Yani OHAL Tayyip Erdoğan’ı istediği, özlediği menzile taşıyacak araç. O menzil genel olarak bugün Fethullahçılık gibi görünse de yarın derdinin bununla sınırlı olmadığı anlaşılacak, hedef büyüyecek, yerinden kıpırdayacak, toplum Tayyip Erdoğan’ın aynası oluncaya kadar bu bitmeyecek.