Seçim yaklaştıkça insanlar—ben de—geriliyor. Gerilmemek kolay değil, çünkü sık sık belirtildiği gibi, seçim sürecinin kendisi ya da hemen sonrası bir hayli zorlu geçeceğinin sinyallerini veriyor. Muhalefet açısından olduğu gibi iktidarın da alabildiğine gerildiğini tahmin ediyorum. “İktidar kaybı” da hiç kolay olmayacaktır.
Onun için, bir sabah “Yahu, bu adamlar seçimi alır mı alır!” düşüncesiyle hayata başlıyoruz, ertesi sabah “Yok yahu! Alamazlar!” diyerek uyanıyoruz. Sertleşme/sertleştirme politikası öncelikle iktidarın seçtiği tarz. Muhalefet başta Devlet Bahçeli’nin anlattığı muhalefetse, bu adamları seçimle yenmek kesmez; “itlaf” etmekten aşağısı kurtarmaz! Zaten onun (onların) da öyle bir niyeti var gibi görünüyor. Seçmenin kendilerini onayladığı şeklinde yorumlanabilir bir sonuç alırlarsa, vay halimize...
Sıradan yurttaş bana böyle hırslanmış gibi görünmüyor. Bu daha çok politize kadrolarda görünen bir ruh hali sanki ama öyle ya da böyle değerlendirme yapacak donanıma sahip değilim. Evde oturup televizyon dinleyerek çözülecek muamma değil.
Tayyip Erdoğan’a bakınca, öfkesinin büyük ölçüde “tek-parti” rejimine ve uygulamalarına yönelik olduğu izlenimini alıyoruz. Şimdi, yani yirmi küsur yıllık iktidardan sonra, muhalefete yüklenmek için “Yeter, söz milletin!” sloganında karar kılması da böyle bir koşullanma içinde olduğuna işaret. Bunu hatırlayan kaç kişi kalmış olabilir? Bugünün bağlamı çerçevesinde ise böyle bir sözün kimseye “söz hakkı” bırakmayan iktidara karşı söylendiği düşünülecektir. Genel olarak, “tek-parti” sıfatıyla anılacak bir kabusu yaşamış olanlar, böyle bir “şikâyeti” bilenler, bu sloganın muhatabının AKP olduğunu düşünürler—diye düşünüyorum. Nitekim muhalefet de hemen buna uygun bir tavır aldı.
Halk Partisi, yıllardır seçim kazanmıyor. Bunun nedeni tek-parti rejiminin anısı mı? Ahali o günleri hatırlıyor ve onun için mi bu partiye oy vermiyor? O anının mutlaka belirli bir ölçüde etkisi vardır. Belki bir ideolojik ”alt-tabaka” olarak etkilidir hâlâ; ama bugün varolan seçmen kuşakları içinde o günleri yaşamış olan kimse olduğunu sanmam.
Tabii bir zaman yaşanmış bir kötü anının şaşılacak kadar uzun bir süre hatırlanması, bir sosyolojik olgudur. Şaşırtıcı bir olgu.
Bu bakımdan ben Kılıçdaroğlu’nun partisinin belirli geçmiş davranışları konusunda bir özeleştiri içeren “helalleşme” gibi politikalarını anlamlı ve değerli buluyorum. Tabii bu davranışları hâlâ benimseyen ve sürdürmek isteyen partilileri var—Levent Gültekin’in sözünü ettiği, Kılıçdaroğlu’nu tasfiye ederek partiyi kurtaracak kişi gibileri. Böyleleri yakın zamana kadar Halk Partisi’ne kendi damgalarını vuruyorlardı; partinin, Ecevit popülizmiyle yakalar gibi olduğu popülaritesinin kısa sürede giderilmesini başaranlar da onlardı. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nun varmak istediği noktaya gelmesine engel olmak üzere de ellerinden geleni yapacaklardır.
AKP halen birinci parti. Vurgulu bir “İslamcılık” tavrını benimsemiş olması mı onu burada tutuyor? Bunun da mutlaka bir payı var ama tek etkenin, hatta “egemen etkenin” bu olduğunu sanmıyorum. “Dinci” bir parti olduğunun herhangi bir gizlisi saklısı olmayan “Milli Görüş” partileri hiçbir zaman AKP kadar oy almadılar. Tayyip Erdoğan, Necmeddin Erbakan’a göre daha sahici İslamcı görünüyor da ondan mı böyle oluyor? Ve “Milli Görüş” partilerinin bugünkü temsilcisi Saadet Partisi neden AKP’nin yakınına sokulamıyor?
Dine bağlı mülahazalarını öncelikli tercih nedeni yapan bir kesim şüphesiz var. Ama AKP’ye oy verenlerin hepsinin böyle bir duruşu olduğu kanısında değilim. Gelir düzeyi bir hayli düşük, dolayısıyla ideolojik/kültürel alanda da fazla bir yaratıcılığı olmayan bir kesim AKP’nin arkasında sadakatle duruyor. Ekonomik gidişattan en ciddi şekilde zararda olan bu kesimin böyle bir siyasi tercihten hâlâ vazgeçmediği kanısındayım. Bu sadakatin içinde hatırı sayılır bir “hayat tarzı” etkeni de var sanırım. Bu nedenle de AKP’nin sağlam durduğu bölge öncelikle İç Anadolu ve bir ölçüde Karadeniz.
AKP iktidar konumuna gelir gelmez, vakit kaybetmeden, kendine yeni bir burjuvazi yaratmaya başladı. Bu, Türkiye’nin öteden beri alışkın olduğu bir davranıştır; iktidara gelen kendi “paralı” kesimini yaratmaya girişir. İttihat ve Terakki bunu yapmıştır. “Vagon Ticareti”, “Harp Zenginleri” bura tarihinin o zamanlarından anılarını anlatır. Tek-parti “tekelci devlet kapitalizmi” ile benzer yolda yürüdü, “Koç tipi” bir burjuvazi yetiştirdi. Demokrat Parti kırsallığı ağır basan bir burjuvaziye göz kırptı, “Hacı Ağa”yı zenginleştirdi. Bu yolda epey ustalık sergileyen “siyasi”lerden biri Özal’dır. Böylece, seksenlerde, 12 Eylül rejiminde, Türkiye burjuvazisi Özal ile Demirel arasında bölündü. Bu durum hâlâ da devam ediyor—TÜSİAD/MÜSİAD ayrımı, örneğin. Bugünlerin sıkça kullanılan “Beşli Çete” deyimi de “parti eliyle kurulan burjuvazi” uygulamasının çarpıcı bir örneği. Tabii iş “beş”ten ibaret değil. Tayyip Erdoğan’ın bazı politikaları ve davranışları bu kesimi de tedirgin edebiliyor ama şimdiye kadar destekleri devam etti.
AKP’nin Tayyip Erdoğan komutasında kendini gösteren yönetimi bence ve daha birçoğumuzun gözünde ideolojisinin merkezine İslamcı anlayışı koyan bir siyasi partinin sınırlarını sergiledi. Bunun sonuçlarını önümüzdeki seçimde göreceğimizi tahmin ediyor ve umuyorum. Ama somut sonuçlar işin bu aşamasında böyle çıkmasa da, Tayyip Erdoğan’da cisimleşen “İslamcı politikanın” tükendiğini, daha doğrusu kendini tükettiğini düşünüyorum.
Sıra Türkiye’nin “yeni” bir yol denemesine geldi, sanıyorum. Bu, şimdiye kadar habire adını anıp lafını ettiğimiz, yaklaşıp uzaklaştığımız, ama bir türlü içine girip adım atmaya başlayamadığımız “demokrasi” yolu. Deneyimlerimiz yeterince birikti, alacağımız dersleri almış olmamız gerekiyor. Bu adımı artık atalım.
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |