Dünyada popülizmin alıp yürüdüğünü söylüyoruz. Türkiye'de popülizm yeni tanıştığımız bir şey değildir, ama şu son tanıştığımız popülizmin benzerini görmemiştik.
"Popülizm" epey kaygan bir kavram: "İdeoloji" desek, değil; bir "siyasî çizgi" desek, o da değil. Bir kere tutarlı olmaya çalışmıyor. Toplumdan topluma hayli değişken. Onun için bir "siyaset tarzı" olduğunu söylüyoruz. Gene de, diyelim sekiz on özellik, "popülizm"in tekrarlılık gösteren ögeleri olarak sayılabilir. "Anti-entellektüelizm" vb. Varolan örnekler arasında a-tipik olanları da, bence, Amerika'da ve Türkiye'de görülenleri.
Amerika konusuna girmeyelim burada. Türkiye örneğinin a-tipik olduğunu niçin söylüyorum? Şunun için: İslâmcı bir ideolojiye dayanıyor; bu bakımdan ideoloji konusunda başka popülizmler kadar esnek-pragmatik değil. İslâm'ın "popülistleştirilmiş" bir versiyonu diyebiliriz; ama sonuç olarak "her kalıba uyar" diyebilecek bir şey değil.
Şu sıralarda Müslüman toplumlarda belirgin bir "popülist" hareket görünmüyor. Onun için Türkiye'deki AKP hareketini benzerleri arasında bir yere koyup ötekileriyle karşılaştıramıyoruz. Avrupa'dakilerle, Amerika'dakiyle karşılaştırınca da farklar hemen öne çıkıyor. Farkların en çok göze çarpanları gene Müslümanlıkla ilgili olanlar.
Popülizm üstüne şimdiye kadarki gözlemlerimizden çıkan sekiz on özellikten söz ettim. Bunlardan epey "esaslı" bir tanesini "halkın diliyle konuşmayı bilmek" diye özetleyebilir, genelleyebiliriz sanıyorum. "Halkın dili" de aslında fazlasıyla genel ve soyut bir söz. Bunu, "popülist hareketin ve önderinin toplumda öncelikle seferber etmek istediği kesimin duygu ve özlemlerini dile getiren dil" olarak özgülleştirelim.
Türkiye'de "popülizm"in şimdiye kadar görülegelmiş en başarılı örneği olduğunu söyleyebileceğimiz Tayyip Erdoğan bunu yapıyor mu? Elhak yapıyor! Yapıyor da tek tel üzerinden yapabiliyor: Öfke ve nefret yaratan, yarı bilinç-altı birikmiş hasetlere dayanan ve gerginliğe, dahası düşmanlığa yol açan bir dili var. Başlangıçta Erdoğan "tek-dilli" bir politikacı değildi; "sonradan edinilmiş" duygusunu verse de, fazla "şive bozukluğu" göstermeyen dillerde bir şeyler söyleyebiliyordu. Ama koşullar onu bu noktaya itti, burada sıkıştırdı. Şimdi artık başka bir dili yok.
Bu dil bir çevrede, yani "İslâm bir kere iktidara geldiyse orada kalmalı" noktasında birleşen, irili ufaklı, "ideoloji-yoğun" taraftar kitlesini, onların deyimiyle "diri" tutmaya yarıyor.
Ama bir de gerçekte din ya da ideoloji değil, "toplumsal terfi" (yani "toplumsal yükselme") için burada toplanmış, yani bu üslûbun "popülist" tarafını oluşturan kalabalık kesim var ki, bunlara da "çıkar-yoğun" denebilir. Bu kavga dili onları da sürekli bir savaş atmosferinde tutuyor, yani cepheye sürmeye yarıyor.
Bunları söyledikten sonra bir viraj dönüp epey farklı bir alana geçeceğim: Bunlardan çok farklı, apolitik, eğlence dünyasına.
İnsanoğlu hayatının tümünü "savaş atmosferi" içinde geçirmez. Fiilen savaşta olduğu zaman dahi, "sanki değilmiş" gibi yapabildiği bir "teneffüs" arar ve bunu icat da eder.
Türkiye'nin bugünkü kültürel biçimlenmesinde, bu düzeyde egemen olan "kurum", TV; artık çok sayıda kanalı olan televizyon. Ve o kanallarda, "diziler." Toplum büyük ölçüde bunlarla yatıyor, bunlarla kalkıyor.
Popülist Tayyip Erdoğan'ın bu düzeyde "populus"a vereceği "popüler" bir eğlence biçimi yok. Burada geçerli olacak "dil"den yoksun.
Muhteşem Yüzyıl mıydı, Kanunî Sultan Süleyman'ın "Avrupalı lakabını" ödünç alan dizi? Her alana müdahale etmekle kendini yükümlü sayan Tayyip Erdoğan onu da eleştirmişti. Süleyman'ın (ve sevdiğimiz "iyi" padişahların) hayatı böyle sarayda, saray entrikaları arasında geçmez, seferde, at üstünde geçermiş.
Yani Erdoğan Kanunî'yi de savaşa gönderdi. Ona göre bu dünyada en değerli etklinlik savaş.
Bu dizi bayağı zekice bir buluş sonucu ortaya çıkmıştı. Tarih, ama gerçekliğinden koparılmış, süslü bir fon, bir dekor olarak tarih, bütün dünyada "popüler." Ortada, yani "diziler dünyası"nda bir benzeri yokken birden Osmanlı tarihi (hem de Kanunî çağı gibi Türk çocuklarının kollarını kabartacak bir dönemiyle) hemen ilgi çeker ve popüler olurdu. Nitekim oldu. Bu "popüler tarih"te olaylar tarihte gerçekten olduğu olduğu gibi değil, bizim bildik hayatımızda olduğu gibi olmalıdır. Mahidevran Hürrem'e düşman olacaksa (ki elbette olmak zorundadır) bütün "kuma derdi" çekmiş ve çeken kadınların anlayacağı şekilde düşman olmalıdır. Bu seyirci kitlesinin merakını gıcıklayan, onları diziye bağlayan da elbette ki aşklar, entrikalar, cinayetler vb. olacaktır. Bu insanların Zigetvar ya da Belgrad fethiyle uzun boylu ilgileri olmasını düşünemeyiz. Onlara da "idareten" bir yer verilmeli: "Büyük Türk Zaferleri" filan çerçevesinde. "Biz neymişiz" dedirtmekte yarar var. Ama o kadar. Kanunî'nin atıyla ilişkisi Hürrem'le ilişkisi kadar ilginç ve sürükleyici değil. Ayrıca, atından hiç düşmediğini göstermek de yakışık almaz.
Şimdi, "bugünkü durum ne?" diye baktığımızda, yeni bir "dizi üslûbu"nun yerleşmekte olduğunu görüyoruz. Bu yeni üslûp, seyircinin değişen zevkinin, kültürünün vb. bir yansıması değil; "yukarıdan" talep edilen bir şey. Kanunî'yi sefere yollamakla aynı mantığa dayanan, "yukarı"nın halka uygun gördüğü ideolojik yaklaşımı enjekte etme işlerini üstlenmiş, "güdümlü" bir üslûp.
Bu toplumun ezelden beri işittiği, bildiği, karşı çıkmadığı, eleştirmediği, ama gerçekten benimsediği klişelerle konuşan adamlar "Bayrak, vatan, şehit," diye kavramları sıralıyorlar. Bunların bazıları Abdülhamid üstüne olan gibi, AKP ideolojisini, onun Osmanlı yüceltmesini üstlenmiş durumdalar. Bu yolda elçi tokatlamak gibi gerçeklikle ilgisi olmayan şeyler de yaptırabiliyorlar ama zaten gerçeklikle ilgili bir görüşleri yok- "çarpıtmak" dışında. Amaç bugünkü yöneticimizin de gereğinde elçi tokatlayacak şecaate sahip olduğunu düşündürmek.
Bir de AKP-Genelkurmay "estetiği"ni ortaya koyan diziler çıktı. Fiilî siyasî gerçeklik düzeyinde kurulmuş olan bir ittifakın "artistik yansıması" mı demeli, ne demeli, öyle bir şey.
Ama bunlarla "popülizm" yapılmaz. Dediğim gibi, Türkiye'nin halkı bunların varlığına itiraz etmez: Hattâ beğeniyormuş gibi de yapar. Ama, "bayrak, vatan, şehit" laflarını duyunca başka kanal aramaya başlar. Öyle görünüyor ki geçtiği kanalda da "şehit, vatan, bayrak"la karşılaşacak.
Düşmanlık yaratmakta büyük ustalık gösteren "yukarısı" hoşça vakit geçirmeye elverişli bir dile sahip değil.